30 Ekim 2014 Perşembe
29 Ekim 2014 Çarşamba
Yoksulları Gebertelim! ( Paris Sıkıntısı ), C. Baudelaire
XLIX
Yoksulları Gebertelim!
On beş gün boyunca odama kapanmış, çevremi o sıralarda (on altı, on yedi yıl oluyor) moda olan kitaplarla doldurmuştum; toplumları yirmi dört saat içinde mutlu, bilge ve zengin etme sanatını ele alan kitapları söylemek istiyorum. Böylece tüm bu halk mutluluğu aracılarının -tüm yoksullara köle olmalarını öğütleyenlerin, onları tahtlarını yitirmiş krallar olduklarına inandıranların- tüm o özenle hazırlanmış yapıtlarını sindirmiştim - yutmuştum, demek istiyorum. Bu nedenle, o sıralarda baş dönmesine ya da alıklığa yakın bir ruhsal durum içinde bulunmam kimseyi şaşırtmayacaktır.
Yalnız, sözlüğünü yenilerde gözden geçirdiğim tüm kocakarı düzmecelerinden daha üstün bir düşüncenin karanlık filizlerinin aklımın derinliklerinde yeşerdiğini duyar gibi olmuştum. Ama bir düşüncenin düşüncesinden başka bir şey değildi bu, alabildiğine belirsiz bir şeydi.
Büyük bir susuzlukla dışarıya çıktım. Öyle ya, kötü kitapların tutkulu hazzı kendisiyle oranlı bir açık hava ve ferahlama gereksinimi doğurur.
Bir meyhaneye gireceğim sırada, bir dilenci, şapkasını uzattı bana, şu unutulmaz bakışlardan biriyle baktı, akıl maddeyi kımıldatsaydı, manyetizmacının gözü üzümleri oldursaydı, bu bakışlar tahtlara takla attırırdı.
Aynı zamanda, kulağımda bir sesin fısıltısını duydum, tanıdım bu sesi; her yerde bana yoldaşlık eden iyi bir Melek'in ya da iyi bir Şeytan'ın sesiydi. Sokrates'in iyi Şeytanı olsundu da neden benim iyi Meleğim olmasındı, neden ben de Sokrates gibi, incelik dolu Lélut ile çok akıllı Baillarge'ın imzasını taşıyan bir delilik belgesi elde etme onuruna erişemeyecektim?
Sokrates'in Şeytanı ile benimki arasında şöyle bir fark var yalnız: Sokrates'inki yalnız kendisini korumak, gözünü açmak, durdurmak için çıkardı karşısına, benimkiyse öğüt verir, esin verir, inandırır. Zavallı Sokrates'in yasaklayıcı bir Şeytanı vardı; benimki hep hak verir bana, benimki bir eylem Şeytanıdır, ya da bir savaş şeytanı.
Sesi şunu fısıldıyordu kulağıma: "Ancak eşit olduğunu kanıtlayan kişi eşittir bir başkasına, özgürlüğü ancak onu kazanan hak eder."
Dilencinin üzerine atıldım birden. Bir yumrukta, bir gözünü açılmaz ettim, top gibi büyüyüverdi bir saniyede. İki dişini kırarken benim de bir tırnağım kırıldı, doğuştan zayıf olduğumdan, yumruk atmaya da fazla alışkın olmadığımdan, bu yaşlı adamı çabucak tepelemek için kendimi yeterince güçlü bulmayınca, bir elimle yakasına yapıştım, öbür elimle de gırtlağına sarıldım, başını duvara vurarak var gücümle sarsmaya başladım. Şurasını da söylemeliyim ki, ilkin çevremi bir gözden geçirmiş, böyle kent dışında, ıssız bir yerde, epey bir süre hiçbir polis memurunun eline düşmeyeceğimi anlamıştım.
Sonra sırtına kürekkemiğini kıracak kadar zorlu bir tekne indirerek bu zayıf düşmüş altmışlığı yere serdim, yerde duran iri bir ağaç dalını kaptım, biftekleri yumuşatmak isteyen bir aşçı inadıyla, var gücümle dövdüm onu.
Birdenbire -Ey tansık! Ey kuramının doğruluğunu gören filozofun ergisi!- bu kocamış iskeletin dödüğünü, böylesine bozuk bir makineden hiç ummayacağım bir güçle doğrulduğunu gördüm, sonra bana iyi bir belirti gibi gelen, kin dolu bir bakışla bakarak üzerime atıldı düşkün haydut, iki gözümüde şişirdi, dört dişimi kırdı, aynı ağaç dalıyla da zorlu bir dayak çekti bana. Böylece, güçlü ilacımla, ona gururu ve yaşamı geri vermiştim.
Kavgaya son verdiğimi anlatabilmek için bir sürü işaretler yaptım ona, sonra da bir Atina sofistinin hoşnutluğuyla kalktım, "Beyefendi, benim eşitimsiniz!" dedim, "Cebimdeki parayı benimle paylaşmak onurunu benden esirgemeyin, bir de, gerçekten insanseversiniz, sizden sadaka istedikleri zaman, tüm meslektaşlarınıza, benim sizin sırtınızda deneyerek acısını çektiğim kuramı uygulamak gerektiğini unutmayın."
Yeminle söyledi bana: kuramı anlamıştı, öğütlerime de uyacaktı.
28 Ekim 2014 Salı
İşçi ölümlerinde çözüm ‘kan parası’ mı?
25 Ekim 2014 Cumartesi
Seniha'nın Günlüğünden VII, E.Cansever
24 Ekim 2014 Cuma
Seniha'nın Günlüğünden IV, E.Cansever
23 Ekim 2014 Perşembe
Şaşıran Adam, A.Kadir
20 Ekim 2014 Pazartesi
Kolları Bağlı Odysseus, Dördüncü Bölüm, M.C.Anday
Sultanahmet’in ıssız sokakları
18 Ekim 2014 Cumartesi
Kolları Bağlı Odysseus, Üçüncü Bölüm, M.C.Anday
15 Ekim 2014 Çarşamba
Kolları Bağlı Odysseus, İkinci Bölüm, M.C.Anday
13 Ekim 2014 Pazartesi
‘Büyük Savaş’tan beyazperdeye yansıyanlar
10 Ekim 2014 Cuma
Kitap Yorumu: Duman ve Kemiğin Kızı - Laini Taylor
Kolları Bağlı Odysseus, Birinci bölüm, M.C.Anday
Sözlerin varsa
Var demeksin
BİRİNCİ BÖLÜM1.
Ağır bir zamandı sürekli ve anısızGözden önceki göz içinde yalnızSomut hayvanlar yürürdü hayvanlarlaAğaçtan önceki ağaçlar büyürdüAçardı hasatsız gökyüzünüUstan önceki sabah kanlarlaBulut tapınağında bir yıldız2.
Evreni tostoparlak uyur böcekDüşünde gökleyin kocamanGök mü yoksa böcek mi önceDuruşur bir anda geçmişle gelecekGeyik akarsuları özlediğinceHem su hem geyiktir akanDüşle gerçekleyin iç içe3.
Bildik bakışları ile süzerdi beniAynasında sarılaştığım nehirÇekirgelerle büyürdüm üç adımda birÇekirgeler kuru yıldızları yerdiAcıkmış bir güneşin öğle dikenleriÇıngıraklarla havayı titretirTanrısal uykularımı bilerdi4.
Ey çocukluk, mutluluk simyacısı!Alevini bul getir yanmış bakırınBatı bulutundaki alı indir yereNe oldu tomurcuğun içindeki ısıKırmızı yaldızla mı damladı altınSaydam sapın özündeki ambere?Bul getir korkusuz büyücü, gizci başı!5.
Yerin üstünde gördük bunu unutmaHerkes yeniden yaşadı ve unuttuKalıntılarla uzak anılarla yakınKendi görütünde bir kırmızı karacaNe güzel yangındı o yangınHerkes yeniden yaşadı ve unuttuYaktığımız mutluluğu unutma6.
Ey doğa, büyük doğa, sağır kral!Tasında mermer yaz yağmuruKesik bacağında güneş halhalÇağırıyorsun eski bahçene çocukluğuSendin senin mutlu uyruğunduSonra baktım pencereme vuran dalGörünüp yok oldu7.
Ekşi salkımdan şarabı çıkaran kimToprağı ateşten, ateşi sudanBitkiyle, böcekle, benimle oluşanSonra kitaplarda okuyup öğrendiğimGörünmez ışınlar, iç içe yörüngelerBensiz mi yanar, bensiz mi dönerYasaların içgüdümdü benim8.
Unutamam o güz ikindisiniHer yanda alı al bir mutlulukTerli bir at gibi gülümseyiverdiDüşle gerçek arası dörtnalaBir koşudan sanki çoğala çoğalaGelip yitivermişti çarçabukBeyaz kulelerle bayraklar ortasında9.
Şimdi ondan ne ki kaldıUnutulmuş bir kapı belki kaldıDeğişmez biçim, arı renk, ölümsüz birlikO zorunlu kendiliğindenlikAnılarla geldi gitti kaldıDuyularda bir ürperti kaldıArtık eski bahçelerde değildik10.
Duyular eski ağaçlarım benimHer gece bütün kuşlarını yiyenAlaca bulaca fener alayıUnutup gidilmiş körebelerimBilinçsiz bir inatla yeniden Yeniden boyuna yenidenKurup kaldırıyorsunuz bu sofrayı
6 Ekim 2014 Pazartesi
Doymazsan falafele gel!
3 Ekim 2014 Cuma
Chauvet Mağarası
“Mağara devrinden beri düşüşte resim”
Gördüğünüz resimler M.Ö. 30000-35000 yıllarına aittir.
2 Ekim 2014 Perşembe
Tersine Giden Yol, N.S.Örik
Arka Kapak:
"Seviyorum seni Cezmi! Yavrum, seviyorum seni!"
Bu sözleri ateş gibi yanan dudaklarla kulağının ta yanına ağzını dayayarak fısıldarken erkek tehlikenin savuşturulmuş olduğuna, kabahatini ona tamamıyla affettirdiğine kanaat getirdi. Fakat sevda yatağında bir saat vardır ki bunda erkekler kadını tamamıyla minnettar ettiklerinden ve dinlenmeye hak kazandıklarından emin, uykuya dalarlar ve bunun üzerine kadınlar, sevdaya doymayan, yorgunluk tanımayan kadınlar uyanık kalarak muhasebelere kalkar, eski kabahatlerini incelemeye ve bazen birtakım mukayeselere, yeni uykuya dalmış olanın daima lehine çıkmayan mukayeselere girişirler.Cezmi uykuya dalınca işte o saat hemen gelip çattı ve Şayan Hanım, Mahmure'nin zaferini haber verdiği anda duyduğu ıstırabın, onu apartman kapısından merdiven sahanlığına fırlattıktan sonra holün duvarına gözleri kararmış bir hâlde başını dayadığı anın, aşkı için en yüksek noktayı teşkil etmiş bulunduğunu...... kabul etti, ilk günlere ait daha ateşli geceler hatırladı.
Eğer Cezmi kendisini kaybetmeye dayanamayacak kadar âşıksa arkasından koşup gelir ve yalvarırdı. Bu koşup gelmenin ve yalvarmanın, aşktan mı yoksa menfaat endişelerinden mi ileri geldiğini sezmek kudretini Şayan Hanım kendinde mevcut görüyordu. Ve Cezmi hakikaten pişman ve muzdarip gelirse affedeceğini nefsinden gizleyemezken, bunu şimdiden de bir hata olarak kabul ediyordu.