15 Haziran 2015 Pazartesi

Eşini kaybeden Oktay Ekşi, Zaman'a konuştu: Tokasını bile görsem kimyam bozuluyor

Yakın zaman önce elli yıllık hayat arkadaşını kaybeden siyasetçi-yazar Oktay Ekşi, “Yokluğu derin bir acı. Eşyalarını görünce olabildiği kadar başka bir şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Günlerim sevgili eşimin anıları ve ismini yaşatmakla geçiyor.” diyor.

Başınız sağ olsun. Geçtiğimiz ay eşinizi kaybettiniz. Dile kolay 50 yıl. Yokluğu zor olmalı…

Derin bir acı. Küçücük bir firketesi, tokasını bile gördüğümde bütün kimyam bozuluyor. Özlemle doluyorum bir anda. Olabildiği kadar başka bir şeyle ilgilenmeye çalışıyorum. Onu kaybetmek çok acı. Eşimi esas alan iki kitap hazırlığı içindeyim.

Tanışıklığınız nasıl olmuştu?

Liseden mezun oldum, hemen gazeteciliğe başladım. Bu, üniversitede öğrenimimi engellemişti. Bu yüzden bir süre İngiltere'ye gittim. Başkonsoloslukta küçük bir iş buldum. Bir arkadaşımla Londra'da Victoria istasyonuna gitmiştim. Eşim de oradaydı. Arkadaşım vesilesiyle tanıştık. Ancak birbirimizden etkilenmedik. Hatta benim ilk izlenimim pek de pozitif değildi.

Sonra?

Eşim doktordu. Ruh hastalıkları konusunda ihtisas yapma maksatlı İngiltere'ye gitmiş. İkinci konuşmamız Ankara'daki bir uçak kazası vesilesiyle oldu. Yakınları hakkında bilgi edinmek isteyenler konsolosluğu arıyor. Aysel de aradı, ben çıktım. Telefondaki sesin tanıştığım kişi olduğunu anladım. İkimizde de yine herhangi bir hissiyat doğmadı. Aradan zaman geçti, bir arkadaşımın evinde çay partisinde karşılaştık. Evden birlikte ayrıldık ve otobüse bindik. Bu yolculuk sırasında birbirimizin pek çok ortak yönü olduğunu keşfettik. Daha sonra bir yılbaşı partisine davet ettim. Burada birbirimize daha fazla ısındık sanırım. Ardından evlenme teklifi ettim ama evet demedi, bir sene uğraştırdı beni. Yanıt vermemeye devam ettiği takdirde bu işi bitirme kararında olduğumu söyledim.

Âşık bir adamın ikna için yaptığı blöf müydü bu?

Hayır. Zaten, aşk yaşamadık. Evlenmeye değer bulduğum, saygıdeğer bir hanımefendi vardı karşımda. Ne Aysel bana aşkını ifade etmiştir ne de ben ona. Elli sene boyunca hiçbir zaman birbirimize ‘sana deliler gibi âşığım' gibi kelimeler sarf etmedik. İkimiz de aşk evliliği yapmayı düşünmedik. İyi ki öyle yapmışız. ‘Sensiz yaşayamam'ların sonu taraflardan birinin sonunda diğerine hükmetmesine ve ilişkinin patlamasına yol açar. Keza bu tarz bir ilişki kıskançlıklarına da yol açar.

Siz hiç kıskanmadınız mı yani?

Elbette ikimizin de birbirini kıskandığı örnekler vardır ama bu hiçbir zaman evliliğimizi tehlikeye atacak bir sorun haline gelmedi. İlişkimizin karşılıklı sevgi ve saygıya dayanmış olması bize mutlu bir 50 yıl yaşama şansı verdi. Onu kaybetmeden kısa bir süre önce kendisi de aynen bana bunu ifade etti.

Ne dedi?

‘Beni tatmin eden mutlu bir hayatım oldu. İstediklerimi yaptım, iyi bir aile kurdum, iyi çocuklar yetiştirdik.' dedi.

Son günleri nasıl geçti, herhangi bir dileği ya da pişmanlığından bahsetti mi?

O kadar sohbet edecek kadar bilinç açıklığı hiç olmadı. Geçtiğimiz yıl ciddi rahatsızlıkları oldu. Evde birçok kez düştü ve vücudunda kırıklar oluştu. En son kısa bir süre için evden ayrıldığımda düşmüş. Hastaneye götürdük, kırık yok dediler. Meğer başını çarpmış, kanama olmuş. Dört gün sonra fark edildi. Maalesef son orada başladı.

Eşinizle ilgili ‘keşke'niz var mı?

Zerre kadar yok. O gün evden çıkmasaydım diyebilirim ama beş dakika sonra başımıza ne geleceğini bilemeyiz ki.

Günümüz köşe yazarlarından iğreniyorum

Yıllarca başyazarlık yapmış biri olarak günümüz köşe yazarlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vallahi bazılarından iğreniyorum. Utanıyorum. İsim vermem ama zaten okurken siz de iğreneceğiniz için anlarsınız kimler olduğunu. Yalnız bu dönem değil, eskiden de böyle iğrenç, kişiliğine ihanet eden, fikir haysiyeti olmayan, çıkarının uşağı olan kalemler vardı, hâlâ var.

Siz de bazı yazılarınızdan dolayı çok eleştirildiniz. Geçmişe dair pişmanlığınız var mı?

Hayır.

Hatasız kul olmaz derler…

Elbette hatalarım olmuştur. Fark edip birkaç yıl sonra özür dilediğim durumlar var.

28 Şubat döneminde yazdığınız yazılardan dolayı da pişman değil misiniz?

Hayır, hiçbir pişmanlığım yok. Mesela ‘Alçakları tanıyalım' yazısı var. Aynı koşullar yine olsa yine yazardım.

Merve Kavakçı için sarf ettiğiniz intihar bombacısı benzetmeniz…

Ondan dolayı da pişman değilim. Hâlâ arkasındayım.

Neyini savunuyorsunuz bu ifadenin?

Parlamento'nun kimlikleri gelenekleriyle oluşur.

Peki, o gelenekler hiç değişmez mi?

Değişmez diye bir şey yok, zamanı gelince adımlar atılır, gelenekler de yeni konjonktüre uyum sağlar, değişir. O zaman böyle bir ifade kullandım çünkü yapılan gerçekten sistemi sabote etme amaçlı bir hareketti. Tepkimi verdim, yazımı yazdım. O zamanki Türkiye buydu, gereğini yerine getirdim. Sertti-yumuşaktı demiyorum ama Bülent Bey'in (Ecevit) tepkisi de yerindeydi.

'Hayrünnisa Gül için keşke öyle söylemeseydin'

Eşiniz, bir gazeteye verdiği röportajda Hayrünnisa Gül'den nefret ettiğini dile getirmişti…

Evet. London Times'tan bir gazeteci görüşmüş. Röportaj sırasında değil, sonrasında ayaküstü sohbet ederken söylemiş bu cümleyi. Hayrünnisa Gül, başörtüsüyle üniversiteye gidemediği için İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuş ve kendi devletine tazminat davası açmıştı. Eşim bunun için kızdığını söylemişti bana.

Başörtüsüne neden karşıydı eşiniz?

Siyasi amaçlı kullanılmasına, empoze edilmesine karşıydı. Bunun siyasi mesaj vermek için olmadığını, ‘inancım nedeniyle takıyorum' diyenlerin kabul gördüğü noktaya gelince sesi çıkmadı.

Siz kendisini bu cümlesinden dolayı eleştirdiniz mi?

Keşke söylemeseydin tarzında konuşmalar geçmiştir aramızda. Bir hanımın ağzından çıkması beklenecek bir ifade değil demişimdir.

Demirtaş sempatik bir genç, ağzından ballar damlıyor!

Seçimleri geride bıraktık. Sonuçları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uzun zamandan sonra ilk defa beni memnun eden bir seçim sonucuyla karşı karşıya geldik.

Twitter'da Selahattin Demirtaş'a dair ‘Demirtaş sempatik. O ses Meclis'e girmeli. Ama 13 yıl önce Meclis'e aynı tür bir sempatiyle giren Tayyip'i bugün tanıyabiliyor musunuz? Dikkat!' şeklinde bir açıklamanız oldu.

Çünkü sütten ağzı yanmışlardan biriyim. Adalet ve Kalkınma Partisi kurulduğunda ben dâhil birçok insan samimiyetle sandı ki, bunlar Cumhuriyet'in temel değerleriyle kavga etmeyen, demokrasiye âşık bir sağ eğilimli parti olarak karşımıza çıktı. Adaleti, yargıyı bağımsızlaştıracağını söylüyor. Özgürlüklerden, hukuktan yana vs. Ama 2007 seçimini kazanınca şımardı ve raydan çıktı. Şu anda 2001'de söylenenlerin hemen hemen tamamının tersini bize yaşatan bir iktidar görüyoruz. Selahattin Demirtaş, tamam sempatik bir genç. Çok zeki, esprili, medeni tavırlı. Komplekssiz görünüyor, doğru. Türkiye'nin partisi olma iddiasıyla yola çıktı. Ağzından ballar akıyor. Ama dediğim gibi sütten ağzı yanmışlardan biriyim. Neden inanayım? Eylemleriyle göstersin. Kaç kere üzerimizden silindir geçti bu safiyetimiz yüzünden.

CHP oy oranını yükseltemedi ama bu sefer CHP'li köşe yazarlarından ‘istifa' sesleri yükselmiyor.

İyi bir kampanyadan kötü bir sonuçla çıktı CHP. Kampanyanın tüm yükünü Kemal Kılıçdaroğlu üstlendi. Çok enerjik bir şekilde çalıştı, dinamik bir kampanya yürüttü. Ancak örgütün çok da iyi çalıştığını sanmıyorum. Belki daha fazla ikna edici olunabilirdi. Sayın Kılıçdaroğlu bu seçimlerde kavramları değil, somut çözümleri ortaya koydu. Seçmenin birebir çıkarına hitap eden kampanyalarla ortaya çıktı. Bu yüzden miting kürsülerindeki konuşmalarına bağlı kalındı gibi geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder