7 Ocak 2015 Çarşamba

Huzursuzluğun Kitabı, F.Pessoa

3

Ağır ilerleyen yaz akşamlarında, Aşağı Şehir'in dinginliğini, özellikle de gündüzleri kıpır kıpır olan, akşamları da bu nedenle sessizliğin iyice yoğun hissedildiği semtleri severim. Rua do Arsenal, Rua do Alfândega, doğuya doğru uzayıp giden 0 hüzünlü sokaklar ve dümdüz uzanan ıssız rıhtımlar - 0 uzun akşamlarda yalnızlık kokan bu labirentler, hüzünleriyle içimi ferahlatır. O an, içinde bulunduğum çağdan daha eski çağları yaşarım; büyük bir keyifle Cesario Verde'nin çağdaşı olduğumu farz ederim, içimde onunkilere benzeyen yeni dizeler değil, o dizeleri doğuran maya kıpırdanır. Karanlık bastırana kadar sokaklarda dolaşır, onlara benzeyen bir hayat duygusunu peşim sıra sürüklerim. Gün boyunca, hiçbir anlamı olmayan bir keşmekeşin pençesindedir sokaklar; gece olduğunda ise, yine anlamsız bir ıssızlığın. Gündüz, bir hiçim; gece, kendim olurum. Limandaki sokaklarla aramızda hiçbir fark yok; gerçi onlar sokak, ben bir insanım, fakat bütün varlıkların aynı özden vücuda geldiğini düşününce, aramızdaki fark belki de üzerinde durulmayacak kadar küçük. İnsanlarla nesnelerin soyut ve bu nedenle ortak bir yazgısı var - sırların cebri içinde anlamsız bir tanım daha.

Ama başka bir şey daha var... Bu ağır, bu boş saatlerde, ruhumun derinliğinden zihnime doğru her varlığa vergi bir hüzün, her şeye sinmiş olan ıstırap yükselir ve bir de tamamen bana ait olan, ama aynı zamanda da dışarıdan gelen, değiştirmeye gücümün yetmediği bir duygu. Ah, düşlerim kaç kez, elle tutulur şeyler gibi dikilmiştir karşıma; gerçekliğin yerini almak değil, kendilerinin de gerçekliğe ne kadar benzediğini bana anlatmaktır dertleri; çünkü onları da reddetmekteyimdir, çünkü onlar ansızın dışarıdaki dünyadan fırlayıvermiştir, sokağın öbür başından birden çıkıveren tren gibi ya da gece vakti kim bilir ne anlatan, ansızın patlayıvermiş bir fıskiye, bir Arap yalellisini hatırlatan, biten günün tekdüzeliğinden koparak yükselen çığırtkanın sesi gibi.

Müstakbel çiftler geçiyor, ikişer ikişer küçük terzi kızlar geçiyor, haz peşinde koşan gençler geçiyor; her şeyden emekli olmuşlar uzadıkça uzayan kaldırımlarda sigara içiyor, dükkân sahibi denen bir yere demir atmış 0 serseriler de kapı önlerinde avarelik ediyor. Ağın, irisi, cılızıyla acemi erler kâh gürültücü, kâh gürültücüden de beter gruplar halinde uyurgeziyor. Ara sıra normal bir insan teşrif ediyor. Bu saatte, bu semtte pek otomobil görünmüyor; olanlar müzikli.

Kalbimde sıkıntılı bir huzur var ve dinginliğim tamamen kaderime razı olmamdan kaynaklanıyor.Bütün bunlar gelip geçiyor ve hiçbiri bana hiçbir şey ifade etmiyor, hepsi yazgıma yabancı - hatta kendi yazgılarına bile yabancı: bilinçdışına ait şeylerden, insanın başına tuğla düşünce rasgele salladığı küfürlerden, bilinmeyen seslerin uzaklardaki yankılanndan oluşan bir karışım - kolektif varoluş salatası.

                                                                                                                                             29 Mart 1930

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder