7 Nisan 2014 Pazartesi

Anlatıyor Oltacı Eyüp Anlatılmazını, E.Cansever

ANLATIYOR OLTACI EYÜP ANLATILMAZINISanki bir öyküm varmış, herkes bir öykü bilir de ondanBenim öyküm yokÇayımı içtim, ekmeğimi unuttum, dik bir yokuşu usulca indimKıyıya vardım, denize dokundum, bir süre boşluğa baktım baktımbaktımSabahın ilk saatleri, dedim, kendi kendimeİnce bir aydınlık daha yoğun bir aydınlık tarafından kovalanıyorDedim ve çiçekler kendi renkleri tarafındanKovalanıyorVe taşlar bir katılıktan bir başka katılığa o kadar çok geçiyorlar kiKumlar, kumların üstünde ufacık kurtlarBir görünmezlikten bir görünürlüğe adım adımDurmadan geçiyorlar ki, ben bunları görüyorumGörüyorum da bir yana, kendimi itiyorum kendimi sıkıştırıyorumortalığaVe büyük bir şekilde bağırıyorum: senin korkun insanın korkusudurEyüpEyübün korkusudur—Evet anlıyorum — Anlıyorum da bir yana, sorduğum en derin şeydir EyüpSorduğum en derin şeydir ve korkum nedirDışımda bana doğru büyüyen bir takım adamlar gezinirBaşıboş bir atın ayak sesleri gezinir içimdeAnlamı bir gibidir, anlamı bir gibidirBeni kimse bulamazBeni kimse bulamaz, ben kendimi ayrı tutarım, EyübüÇünküBen onu ayrı tutarımNasıl derseniz, yeşil bir misinam vardır yeşil bir misinam vardır yeşilbir misinam vardırDediğim kadar da uzundurBen onun bir düğümünü çözerken o bir deniz dibinden doğmuş gibidirBen kendimi çözerken?.. Çıktım. Sabahın ilk saatleri. Gizlene gizlene kıyıya vardımDenizi geçtim, kayalar bir iki üç halinde arkamda kaldılarBelki de olmadılar, sonra da hiç olmadılarBir yelkovan sürüsü, bir sis bulutuYavaşça geçtilerse de yanımdanBen sordum: doğanın akıl almaz bir görünümü olabilir mi bu korkuO benim korkumOlabilir miBilemem, kendimle konuşuyorum şimdi ve yüksek sesleBunu böyle yapmasam o anda kıyamet kopacak gibime geliyorYani yok olmam ve çıldırmam gerekecekBana öyle geliyorVe yatay bir düzlük içinde yüksele yükseleDenize uzuyorumBen denize uzadıkça da kocaman bir Eyüp oluyor denizKim bilir, bu da bir saklanma biçimi — belki —Ya da ben kendimi ayrı tutmaktan o kadar çoğalıyorum kiSaklanıyorum böyleceSulardan ve beyaz martı göğüslerinin izlerindenBaşkaca bir şey kalmayınca ortalıktaDiyorum: geldimAyrıca bunu gövdemdeki bir yol alıştan da anlayabilirimBir iki daha çekiyorum kürekleri, seslenerekDur şimdi Eyüp! duruyorum, dinlerim ben EyübüAyağa kalkıyorumÖnce bir kerteriz tuttur! tutturuyorum, bir düşle bir başka düşünkesiştiği bir yerdenVe kürekleri bırakıyorum kendime sokularakSeni hiç bulamazlarBeni hiç bulamazlar, EyübüBir yunus sürüsü geçiyor, bir karabatak havalanıyorVe ipler halka halka denize akmaya başlayıncaEyüp!—Evet anlıyorum — Bir korku ne de olsa bir korkudur, diyorumEşyalar ve şekilsiz insanlar halindeİnsanlar ve şekilsiz eşyalar halindeBen bunu biliyorumBilince de diyorum, karım beni arıyordur şimdi deÜç çocuğumla birlikte beni arıyordurVe benim korkum Eyübün korkusu olduğuna göreEyüp!—Evet anlıyorum —Ve birden hatırlıyorum kendime görünerekYüzleri nasıldı, biliyor muyumHayır, size yemin ederim ki bilmemDaha doğrusu bilemem, çünkü ben evlenmedimEyüp hiç evlenmediYaniBöyleyken korkuyorum, çarşıdan geçemiyorumEyüp! Eyüp! Eyüp!Dönüp arkama bakamıyorum, oltalarımı eskitemiyorumVe sorarsam ben soruyorum: Eyüp ne haber?Ne olsun, yok işte, bulunamıyorum. Onlar beni bulmaya dursunlar, ben bazı kâğıtlar buluyorumEve dönüyorum ya, bir de bakıyorum taşlığın üstündeBirtakım renkli kağıtlarBazen de bir zarfın içinde, üstünde pullar ve mühürler olanKocaman bir Eyüp yazan en üst köşedeKorkuyla bakıyorumBakmamla yırtmam bir oluyor. Sonra bir güzel çukur kazıyorumDolduruyorum çukurun içine onlarıBulmasınlar diye EyübüNe olur bulmasınlarAma hiç bulmasınlar, olur muSağ elimde bir sakatlık var, onu daSapsarı dişlerimi, göz beyazlarımıBulsalar ne yapacaklarBulsalar?.. Bunu korkuyla söylüyorum ve yüksek sesle, bir kalabalığa dalıyorumİkiye, üçe, sonra tekrar ikilere, üçlereDağılan bir meydanın ortasında benVe olanca Eyüplüğümle işteVe kimseye sezdirmeden çevremi kolluyorum. Yarısı kopmuş bir hayvan kabartması görüyorum bir binanın üstündeAnlaşılması güç bir açının boşluğunda etkinliğini deniyorDenedikçe deBen anlatmaya yetişemiyorum anlatılmazımıYetişemiyorumDemek oluyor ki, benim hızım başkalarının hızı değildir. ÖyleyseBeni kimse bulamazEyübün kendi bileBulamazSaat desem — meydan saati — zaten işlemiyorİşlemeyince deHer şey bir ıssızlığın içinde. Bir de bu “her şey”Soruyormuş gibi bir ıssızlık diliyleÖyle miBir yanıt: evet öyle.iki tel parçası oynuyor yalnız taş kabartmanın üstündeİki tel parçası veZorlanmaz bir şekilde katılaşıyor boşlukGittikçe katılaşıyorVe bir köstebek gibi dolaştırıyor beni içindeAlışıyorum buna da, kimse kimseye bir şey sormuyorNeden mi, bilmem ki, sormuyor işte Mesela bir çocuğun dondurmasını düşürüyorum yere, gidip biryenisini alıyorSonra bir daha düşürüyorum, düşüren ben değilim de sankiVe düşen dondurma değil deHer şey hiç kımıldamadan öyle duruyorYalnız durmak da değil, soruyor bir beton heybetiyleÖyle miBir yanıt: evet öyle. Bulsalar?.. Şunu anlıyorum ki kimse kimseyi bulamazBulmak istese bileBulamazAma ben Oltacı Eyüp olduğuma göre, bulunmasam daEyübüm geneEyüplere bölünmüş bir Eyübüm benGeceFenerimi yaksam mı, karanlığımıBekleyip dursam mı öylece.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder