26 Mayıs 2014 Pazartesi

Uzaklardan görünmeyen Soma

Bizim için hayat akıp giderken, Somalılar kazayla ortaya çıkan rakamların denklemini çözmeye çalışıyor. 301 ölüm, 432 yetim, en az bin liralardan başlayan borçlar, günlük 40 lira yevmiye, sabah 08.00’de başlamış görünüp 04.30’da başlayan mesai. Soma için ölüm değilse de maden kader...“Bu gölgeye asmalık derler.” Kuyumcu Halil ile asmalık gölgesinde oturuyoruz. Bu oradan ikinci geçişim, “İlle” diyor, “bir çay iç.” Bir gün önce bana madeni anlatırken, “Zordur ama iyidir şartları” demişti de benden, “40 metrekare dükkândan bakınca iyi tabii.” cevabını almıştı, içine dert olmuş.Soma’nın çarşıları, sokakları, yolları boyunca durduğunuz her vitrinin üzerinde A4 kâğıda her biri başka başka taziye mesajları asılmış. Hiçbir şey bilmeseniz, hiçbir şey okumasanız, bu A4 kâğıtlara sığan acının boyutunu da anlamaz geçer gidersiniz. Oysa, hayat devam ediyormuş gibi görünüyorken, bambaşka bir dertle sınanıyor Somalılar. Kuyumcu Halil anlatsın:“Burada iş yok. Ekmek yok. Tarım yok. Bizim Akhisar’a doğru çiftliğimiz var, babalarımız zamanında yatırım yapıp başka işlere yönelmiş. Ama cahil kaldın mı, elin ekmek tutmadı mı, bir ustalık bulmadın mı, n’apacaksın? Maden kader bir yerde. Yoksa hangi sırım gibi çocuk askerden geldiği gibi, koşa koşa kapısına gider. Zaten o enerjiyle ‘yaparız’ diye koşuyorlar ya…”Düğün mevsimi açılmış, içi boş beşi bir yerdeler vitrinde salınırken, Halil de bana anlattığı kader çarkını kırmanın güveniyle, “Değil mi?” diye soruyor. 22 yaşının sefasında acı geçer sanmalı insan.301 madencinin özgül ağırlığıBu cümle, benim değil. Günlerden salı. Henüz tutuklamalar netleşmemiş. Herkesin dilinde tek bir isim var, Ramazan Doğru. İşçiler adliye binasının çevresinde harelenirken, bir elektrik direğinin dibinde Hasan ile sohbet etmeye başlıyoruz. Hasan, İmbat’tan emekli. Soma’ya gidenlerin üç saatte aşina olacağı kavramların başında İmbat geliyor, burası madenlerin içinde tercih edilebilir olanı.Bütün işçiler “İmbat iyi” diye giriyor söze. Niye iyi? Çalışma saatleri daha düzenli. Sürekli başlarında dayıbaşı ya da çavuş dikilmiyor. Yine bir işçinin deyimiyle “Allah korkusu var.” Soma’da tek gerçek, Allah korkusu.Devletin yılda bir ziyaret eden, gelişini bir hafta önce haber veren, işverenin ‘görsün’ diye temsili kömür vagonları hazırladığı, takım elbisesine zeval gelmesin diye 300 metreden aşağısına inmeyen, madencilerin çalıştığı yerleri rüyasında bile görmeyen denetçilerinden korkulmadığı ortada.Hasan’a geri dönelim. “301 madencinin özgül ağırlığı nedir ki?” diye sorup ellerini havaya doğru açıyor: “pufff”. Neden bu kadar umutsuz?Savaştepeli Ahmet Avcı’nın eşi Binnaz Avcı (45) dört çocuğuyla yalnız kaldı... “Kapanır bu dava. Bu arkadaşlarının aileleri de öylece ortada kalır. Karadon’da ne oldu ki? İnsanlar çalışmak zorunda. Acı ama öyle. İstanbul’dan Ankara’dan başka görüyorsunuz ama Soma’nın gerçeği al işte sana çarşı, al işte sana tarla. Gidip gidebileceğin yer belli. En uzun yol madenin yolu. Bugün ‘Madeni kapatacağız’ deseler, ilk itiraz buradan gelir.” Arkamızda sendika binası var, dönüp dönüp ona söylüyor. Yanındaki Ahmet arada giriyor söze, “301 kişi ölmüş derlerken, sendika nedir ki? Defolup gitsinler…”İşin sorumlusu tabiat ana… Mı?Cengiz, mühendis. Ağzı tuğlayla örülen madene kuşbakışı baktığımız yerde yanımıza geliyor. Elimizde fotoğraf makineleri, belli gazeteciyiz.Yeraltı ve yerüstü... Gece ve gündüz gibi önemli iki kavram madende. Yeraltında çalışırsan, 12 yılda emeklilik hakkın oluyor, yıpranma payından. Yerüstünde çalışırsan, emeklilik süren uzuyor ama kömür solumuyorsun, sıcak korlar yakmıyor elini, her gün madene helallik isteyerek girmiyorsun. İkisinden birini seçmek gerek. Bir trafik kazasında beyin travması geçiren Cengiz, yer üstünde çalışan mühendislerden. Kendi anlatımıyla, “mezun olur olmaz buraya koşmuş, çok çalışmak istemiş.” Daha başlayalı bir yıl bile olmadan kaza olunca açıkta kalmış.“Yarı mekanize olduk, güvenlik sağlandı, santralden gelen küller hep yangın ihtimaline karşı hazır tutuldu, zaten lokal yangınları anında önlüyorduk.” diye anlatıyor. “Ya peki kaza nasıl oldu?” “Bu işin tek sorumlusu var, tabiat ana.” diyor. “İyi de sel değil, fırtına değil, deprem değil, göçük değil” diyemeden, başka bir mühendis geliyor. “Siz işinizi yapıyorsunuz biliyorum, kim bilir nereden geldiniz ama bizi de anlayın, çekim yapmayın.” diye rica ediyor. Bir dileği daha var, “basın abartmasın.” Gayri ihtiyari gülüp, “301 kişi ölünce mecbur abartıyorsunuz.” diyorum. Bana teminat olarak kendini gösteriyor, “Sıkıntı olsa biz çalışır mıyız?” Madende tek geçer akçe can. Yemin de can üzerinden, iş de, ekmek de... Köseler köyünden 14 madenci şehit olmuş. Onların yetimi 30 çocuk, pilav yiyip ayran içerken misafirleri inceliyor.Lokma getirsem, yer misin?Köseler, Soma madene iki saat mesafede. Kınıklı’dan sonra daralan, genişleyen yollardan köye varıyorsunuz, 80 kilometre. Köyün tek geçim kaynağı madende, 14 kişi ölmüş. Kalanlar 1 Haziran’a kadar raporlu. Hergün servis gelip 5’te alıyor, 6’da bırakıyor. Ama bakarsan çalışma saati 8’den 4’e.Girişte bir kahve var, orada da taziyeye gelenler... Aile Hekimleri Derneği’nden Barkın Akıncılar, yedi gündür burada. Günde üç sefer geride kalan hamile eşleri kontrol ediyor, kayıp yakınlarına sakinleştirici veriyor, sağlık durumlarını izliyorlar. Akıncılar’a göre bundan sonra en önemlisi psikolojik destek.Köy muhtarı sürekli, “Bir ihtiyacınız var mı?” diye gelen telefonlarla bölünen konuşmada herkese aynı şeyi söylüyor... “Teselliye ihtiyacımız var.”Yalnızca bu köyden 30 çocuk yetim. Çocuklar pilav yiyip ayran içerken daha önce hiç görmedikleri misafirleri inceliyor. 21 talebe tek sınıfta 4’e kadar okuyor. Sonrası için devam etmek isteyen Kınıklı’ya gidecek. Genelde ilkokuldan sonrası gelmiyor.Kadınlar yukarıda bir hayırseverin gönderdiği lokma makinesinin başında oturuyor. Cennet Akgün, “Lokma getirsem yer misin?” diye sorup cevabını beklemeden bir kaseyle geri dönüyor.Oğlu Evren Sarı’yla kızı Şengül Sarı’nın eşi İbrahim kazada ölmüş. 60 yaşında keçi otlatan Cennet için, bundan sonrası belirsiz: “Yine de lokma gönderdiler, sağ olsunlar, unutmadılar. Sonra da unutmazlar, değil mi?” Madenin dertleri 33 yaşındaki Ali Rıza Kaynak’tan: “Kömür de çıkarsan, cüruf da çıkarsan alıcısı devlet. Dolayısıyla işletmecinin tek derdi sürekli madeni çalıştırmak. Sigortalı olmak isteyen madene gidiyor. Sigortası yapılmasa bile, yapılması umuduyla gidiyor. Bir yasa vardı, değiştirdiler ama ondan önce 12 yılda emeklilik alıyorduk, şimdi 20 yıl oldu. Somaspor futbolcusunu yeraltında çalışıyor gösterdiler, bizi göstermediler. Bundan önceki madende altı ay çalıştım, para ödemedi. Aylık bin 500 lira. Hiçbir zaman bu parayı tamamlayamazsınız, insan 1-2 sene içinde hastalanmaya başlıyor. 25 gün çalışırsanız, alacağınız para bin 200. Hastalandınız, rapor alamadınız, yevmiye 40 liraysa, 100 lira keserler aylıktan. Ay sonunda 800-900 geçiyor çoğumuzun eline. Arıza bile olsa, madenin içinde bekleriz düzelmesini. Eskiden tütün tarımı varmış, şimdi para yapmıyor. Hepimiz borçluyuz, mecbur çalışacağız. Bankalar şov peşinde, yine bu sabah borç ödedim. Birşey yapacaklarsa kalanlara yapsınlar. Patron ‘Maliyeti düşürdük’ dedi ya, maliyeti düşürmenin bedeli 301 kişi. Eskiden 3 bin kişinin çalıştığı yerde şimdi 500 kişi çalışıyor. Yemek yok, dinlenmek yok. Madene ancak kahvaltılık götürebilirsiniz, sürekli toz yağar üzerinize, onu da yiyemeden çıktığınız olur.”Tek tesellileri, bayramda tam zamanlı izin. Kahveye gelen bütün işçiler, günlerce süren olağanüstü sıcaktan söz ediyor. O kadar sıcakmış ki, daha madene inemeden sırılsıklam olmuşlar. Kaza günü çıkarken karbonmonoksitten etkilenmemek için terden ıslanan kıyafetlerle kapatmışlar ağızlarını.Madencinin iki hastalığı var: Ciğerde tozlanma, bel fıtığı. Bu iki hastalığın da bildikleri üç tedavisi; zehirlenmeye önlem olarak süt ve yoğurt, bel fıtığına önlem olarak tahtada dinlenmek.‘Son yemeği ekmek arası’Savaştepeli Ahmet Avcu, eşi Binnaz ile dört çocuğunu 45 yaşında, ev borcunu bitirmesine bir yıl, emekliliğine iki yıl kala bıraktı, öldü. Binnaz Avcu, ardından, “Asıl hasta olan bendim, keşke ben ölseydim.” diye gözyaşı döküyor. Ölmeden önceki akşam karı koca çok yorgun oldukları için ekmek arası yemişler çarşıda. Ahmet Avcu, doymamış ama misafir bastırıp da eşi birşey hazırlayamadığı için bir elma yiyip uyumuş.Binnaz Avcu sürekli, “Hakkını helal etmiş midir bana?” diye soruyor.Köy muhtarı, “Bir ihtiyacınız var mı?” diye gelen telefonlara hep aynı şeyi söylüyor: “Teselliye ihtiyacımız var.”‘Tekerimiz patlaktı’Savaştepeli Dayıbaşı’nın ekibinde çalışan 22 kişiden 2’si hayatta. “5 metre gidemedim, kimseyi göremedim.” diyor. “Bizim sadece Soma’mız var. Birlikte yediğim içtiğim insanları kaybettim.” diyor. “Malzemesizlikten bu hale geldik, benim aldığım güvenliği benden sonra gelen çavuş söküyordu.” diyor. “Hadi hadi demekten bıkmıştım. Biz tekeri patlak arabayla benzinliğe kadar değil de yolun sonuna kadar gidelim dedik, böyle oldu.” diyor. Konuşurken, onu şirketin temsilcisi gören arkadaşları, sandalyesini çevirip dönüyor.Soma Mezarlığı’nda henüz mermeri konulmamış taze mezarlar ikişer sıra uzanırken, girişteki eski mezar taşlarında her ölümün bir açıklaması var: “Bronşit denilen zalim geldi başına”, “Kanser denilen zalim geldi başına”. Köseler köyünden Fatma, “Ölüm emir de, sebep lazım.” derken, bunu hatırlayacağım. 301 kişinin mezar taşı için bir sebep var öyleyse, “Maden denilen zalim geldi başına…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder