27 Nisan 2015 Pazartesi

İlkbaharın habercisi: Pesto sos

İtalyanların sadece dünyaya değil, bana da bir armağanı pesto (fesleğen) sos ile şimdiye kadar tanışmadıysanız şiddetle tavsiye ederim. Ekmek arası domates peynir ya da tost severler içine bir kaşık da pesto sürdü mü, tadından yenmiyor.

Soslar da baharatlar gibi yemeklerin, tatlıların, sandviçlerin vazgeçilmezlerinden. Sizi bilmem ama ben ikisi konusunda da sınır tanımayanlardanım, sofrada olmazsa olmazlarımdan. Baharatlardan başka bahara bahsederim, bana sos gerek sos. Ama birçok konuda zengin olan mutfağımız bu konuda hayli fakir maalesef. O yüzden “yaşasın dünya mutfaklarının kardeşliği!” Yüzlerce sos var. Farklı haftalarda onlara da değinebilirim ama mutfağımızda yer etmiş, benim de çaya çorbaya koyacak kadar sevdiğim, İtalyan mutfağının yalnızca dünyaya değil, bana da en büyük armağanlarından pestodan bahsedeceğim. Pesto, İtalyancada ‘ezilmiş’ veya ‘dövülmüş’ anlamına geliyor. Orijinal adı ‘pesto genovese’ ya da ‘pesto alla genovese’. Taze fesleğen yaprakları ve Romano Pecorino peyniriyle yapılan doğal ve yaz kokulu bir pesto bu. Fesleğeni ezerek bu sosu keşfeden Cenovalılara minnetlerimi sunuyorum. Onlar sayesinde tanıştığımız bu sosun dört ana malzemesi var. Fesleğen, çam fıstığı, parmesan peyniri (parmigiano-reggiano) ve tabii sızma zeytinyağı. Mutfağımıza fesleğen sos olarak geçen pestoyu dışarıdan da satın alabilirsiniz ancak hem biraz pahalı hem de katkı maddeli. Yapımı beş dakikanızı almayacak bu sosu evde yapıp kavanozda uzun süre saklayabilirsiniz. Hem evde yapılan ile yapılmayan bir olur mu hiç? Hazır fesleğenin mevsimi kapıda, deneyin pişman olmayacaksınız.

EV YAPIMI PESTO

Malzemeler

(1 büyük boy kavanoz için)

500 gr fesleğen yaprağı (2 demet), 250 gr parmesan peyniri, 3 küçük paket çam fıstığı, 150 gram ceviz içi (orijinal tarifinde ceviz içi yok ama ben çok yakıştırıyorum), 2 su bardağı zeytinyağı (arzuya göre artırıp azaltabilirsiniz). Yarım tatlı kaşığı tuz (tuzu dikkatli ekleyin zira parmesan da tuzlu bir peynir), 5 diş sarımsak

Yapılışı: Fesleğenleri yıkayın ve mutlaka kurutun. Sarımsakları soyun. Çam fıstıklarını küçük bir tavaya alıp orta ateşte rengi biraz dönünceye kadar kavurun. Blender’a zeytinyağını, ardından sarımsak, fesleğen, tuz, kavrulmuş fıstık ve rendelediğiniz parmesan peynirini koyun. Aralıklarla çalıştırın.

Malzemeler güzelce parçalanıp karışıncaya dek devam edin. Cam bir kavanoza alın.

Not: Buzdolabında 1 hafta, dondurucuda buzdolabı poşetine koyup birkaç ay saklayabilirsiniz.

Nerede kullanılır?

Ben en çok makarna (her çeşidiyle olur), mozeralla ve domatesli sandviçe yakıştırıyorum. Bir de geçtiğimiz aylarda tarifini paylaştığım İtalyan mantısı Gnocchi (niyokki)’ye. Mantı demişken bizim Türk işi mantıyla da denedim. Tek yapmanız gereken mantıya salçalı sosu gezdirdikten sonra birkaç kaşık da pesto ilave etmek. Hatta benim gibi sadece pestolu mantı bile yapabilirsiniz, nefis oluyor. Ama pestoyu kullanacağınız alanlar bir iki tarifle sınırlı değil. Makarna, pilav/risotto, et, balık, tavuk, sandviç, salata, pizza, kanepelerinizi pesto soslu yapabilirsiniz. Atıştırmalık ve aperatiflerle de kullanılır. Kahvaltıda bile kızarmış ekmeğinizin üzerine sürüp yiyebilirsiniz, grissiniyi içine bandırıp yemek de başka bir alternatif. Son olarak domates ve peynirli tostla ve patates salatasıyla da müthiş oluyor.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Omletinizi bir de böyle deneyin… [DÜNYALIK TATLAR]

Yumurtalı yemekler bizim değil, tüm dünya mutfaklarının baş tacı. Farklı malzeme ve teknikle yapılsa da omlet neredeyse tüm dünya mutfağında yer alıyor. Hadi bugün İtalyan omleti frittata yapalım.

Hintliler masala, İspanyollar tortilla de patatas, Çinliler oyster, İtalyanlar frittata vs. şeklinde adlandırıyor. Kahvaltıların özellikle de pazar kahvaltılarının vazgeçilmezi omlet. Üstelik yalnızca ülkemizde değil, tüm dünya mutfaklarında rastlayacağınız bir yumurta yemeği. Mutfağımızda da doldurulamayacak bir yere sahip. Pazar günü ev ahalisini sabahın nurunda kaldırmayı kendine kutsal bir görev bilmiş annelerin en büyük silahıdır o. İçe işleyen mis gibi kokusu burnuna ulaşıp hâlâ yataktan fırlamayan biri var mıdır, bilemiyorum. Omlet bizde daha çok kahvaltıda tercih edilse de birçok ülkede ana yemek olarak da yeniliyor. Peynirli, salamlı, sosisli, sucuklu, soğanlı, biberli, patatesli, mantarlı… Omlette çeşit, hayal gücünüzle sınırlandırılabilir ancak. Girişte de belirttiğim gibi bir dünya yemeği omlet. Her ülkede de farklı teknik ve çeşitleri mevcut. O halde İtalyanların ünlü omletiyle tanıştırayım sizi. Frittatanın anlamı ‘kızarmış’. Omletten daha kabarık, daha kalın. Damak tadınıza uygun her türlü sebzeyle yapılabilir. Fransızların meşhur kişine benziyor, biraz da böreği ve pizzayı anımsatıyor. Kalınlığını ise yumurtasının çok çırpılmasına borçlu. Soğuk da yenilebiliyor. Doyurucu olması, tamamen içine ne koyduğunuza bağlı. Bol malzemeli bir dilim frittata ekmeksiz bile tüketilebilir. Omletten bir diğer farkı da içine süt katılması. Sour cream (ekşi krema) da eklenebilir. Sebzeleri ocakta soteledikten sonra yumurtayı ilave edip fırında pişiren de var, direkt ocakta tava yapan da. Fırın demişken kimileri kek kimileri de muffin kalıbında yapabiliyor. Ispanaklı frittata yapacaklara peynirsiz olmasın derim. Dilediğiniz peyniri kullanabilirsiniz. Ancak madem bu bir İtalyan omleti, o halde parmesan ya da ricotta yakışır.

Malzemeler:

8 yumurta

250 gram doğranmış ıspanak

1 adet küçük boy soğan

10 adet mantar

Tuz

Karabiber

4-5 yemek kaşığı sıvı yağ

3 yemek kaşığı süt

Üzeri için; rendelenmiş parmesan ve Frenk soğanı

Yapılışı:

Tavaya yağı koyun. Isındıktan sonra ince dilimler şeklinde doğranmış soğanı ekleyin. Yumuşayıncaya dek soteleyin. Bu aşamada tuzu koymayı unutmayın. Ardından aynı şekilde dilimlenmiş mantarları ilave edin, kavurun. Son olarak da ıspanakları ekleyin, yeşili solana dek ateşte bırakın.

Geniş bir kâsede yumurtaları, süt, tuz, karabiber ve maydanoz eşliğinde çırpın. Yumurtayı pişmiş malzemenin üzerine dökün ve eşit dağılmasına özen gösterin. Yumurta pişmiş forma gelene dek (bir iki dakika kısık ateşte) ocakta kalsın.

Tavayı ocaktan alın. Önceden 190 derece ısıtılmış fırına koyun ve 3-5 dakika (yumurtalar kabarıncaya kadar) pişirin.

Fırından çıkardıktan sonra üzerine peynir serpin. Frittatanızı pizza gibi dilimleyerek servis edin.

Not: Tavanın fırında kullanılmaya uygun olması gerekiyor. Dileyen porselen fırın kabı da tercih edebilir.

Yumurtayı çırpma aşamasında da parmesan ekleyebilirsiniz. Yalnız parmesan tuzlu bir peynir olduğundan yumurtaya daha az tuz koymalısınız.

Balık Ağzı, Halim Şefik Güzelson

BALIK AĞZIBu bir kılıçbalığının öyküsü Yazılmasa da olurdu Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu Uskumrunun arkasından gidiyorduk Sürünün içinde ben de vardım

Sırtımda bir zıpkın yarası Mutlu olmasına mutluydum Nedense gitmiyordu kulağımdan Bir türlü o "ağ var" sesleriDenizkızı girmiş düşünceme Ben iflah olmam Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı Dolanınca ağa çok geçmeden küserim Bir çocuk bile çeker sandala beni Bu kadar ağır olmasam Beni böyle koşturan yaşama sevinci Kanal boyunca bir o yana bir bu yana Siz yok musunuz siz derya kuzuları Kestim kılıcımla karanlığını dibin Yakamoz içinde bıraktım suları Ah ayaz gecelerde olur ne olursa Sırtımda bir zıpkın yarası Alın beni mor kuşaklı bir takaya götürün İri gözlerimde keder Kılıcımda hüzün Satın beni satın beni Rakı için

18 Nisan 2015 Cumartesi

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

17 Nisan 2015 Cuma

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

16 Nisan 2015 Perşembe

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

15 Nisan 2015 Çarşamba

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

14 Nisan 2015 Salı

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

13 Nisan 2015 Pazartesi

17 Aralık'ın Organize Şube Müdürü Ardıç: Savcı Kiraz şehit olmayabilirdi, sorumlusu 'talimatı verdim' diyen Başbakan'dır

17 Aralık sonrası tasfiye edilen ekip içinde İstanbul Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç da vardı. DHKP-C’nin, Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesindeki ihmalleri ve zafiyetleri konuşmak üzere buluştuk. Röportajın tek konusu bu değil elbet. Ardıç, kendisiyle beraber diğer dört meslektaşının bağımsız olarak siyasete girme sebeplerini de anlattı.

Adliyede rehin alındıktan sonra Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın şehit edilmeden ikna yoluyla kurtarılması mümkün müydü?

Öncelik müzakere, son çare operasyon. Bunun kararını da operasyon amiri verebilir. Başbakan böyle bir talimat veremez. Yetkili değil, donanımı yoktur.

Savcının odasının içi teknik olarak görülebilir miydi?

Teknik ekip, destek ve müzakere ekibi, bir de iyi bir operasyon amirinin olup süreci kontrol etmesi gerekirdi. Emin olun odanın içini görme fikri akıllarına bile gelmemiştir. Teknik ekip size neyi sağlar? Bu odanın üst kısmı kartonpiyer. Yani siz bu odaya dâhil olabilirsiniz. Teknik ekip bu imkânlara sahip ve bunları bilir. Odanın içinin görülmesi gerekirdi. Bunun yapılmaması operasyonda savcının hayatının tehlikeye atılmasına sebep oldu.

Savcı acemiliğe kurban mı gitti yani?

Savcı burada örgüt propagandasının baskısı altında kalan siyasi iradenin buna göstermiş olduğu refleksin kurbanı oldu. Örgüt propaganda yapıyor. Bu hem polis ve hem siyasiler üzerinde baskı oluşturdu. Başbakan bu talimatı verdi çünkü propagandayı kesmek istedi. Ama o bölgeyi bilmiyordu ve savcı onun kurbanı oldu.

Teröristler ikna edilebilir miydi?

Evet. Buna karşı argüman olarak ‘DHKP-C müzakere yapmaz’ söylemlerini dile getirenler oldu. Realitede baktığınızda müzakerede belli amaçlarınız ve süreçleriniz var. Profesyonel bir müzakereci ilk olarak kendisini muhatap kabul ettirmeli. İkinci olarak süre tahdidi konulduysa bunu kaldırmaya ve sınırlandırmayı ötelemeye yönelik işlem yapılmalı. Üçüncüsü ise ortaya koymuş oldukları şartları ortadan kaldırmaya yönelik ikna çalışması olmalı. Orada profesyonel bir müzakereci yok. Gasp Bürosu’ndan, Asayiş Şube’den müzakereci getirilmiş. Bu örgütü hiç tanımayan ve onlarla konuşacak donanıma sahip olmayan bir müzakereci var orada. Aynı dili konuşamazlar. Müzakereci terörle mücadele ve DHKP-C alanında uzman olmalı.

Şu an var mı böyle bir uzman?

Yok çünkü hepsi tasfiye edildi. Mevcut müzakerecilere bakıldığında baro başkanı olmuş, avukat olmuş, Berkin’in babası olmuş. Süre tahdidini kaldırmışlar ve dört şart koyulmuş, eylemciler biri hariç diğerlerini kaldırtmayı başarmış. Üstelik amatör olmalarına rağmen. Bu iki kritere baktığınızda eylemin müzakere ile sonlandırılabileceği ihtimali çok açık. Bu görünür olmasına rağmen anlamsız şekilde verilen talimatla silahlı operasyon yapıldı. Şimdi şüpheli şekilde polis kurşununda savcıya isabet edeceği yönünde düşünceler var. Bunun rasyonel şekilde soruşturulacağı konusunda da şüpheler var.

Neden?

Yürütmenin yargı üzerindeki denetimini düşündüğünüzde bu çok mümkün görünmüyor. Ortada bir şaibe var. Teknik yönden bakıldığında müzakereyle sonuçlandırılabilirdi. İstanbul emniyet müdürü vali, mülki amir. Yani polis değil, hayatında hiç operasyon yönetmemiş birisi operasyon amiri olarak orada bulunup yönlendirme yapıyor. Kendisi de ilk geldiğinde söylemişti ‘öğreneceğiz’ diye. Bu valinin, emniyet müdürlüğünü öğrenmesinin bedelini biz mi ödeyeceğiz? Yani bir savcı, şehit mi olmalıydı? Tolere edilemeyecek tek şey operasyon yapılamayacak bir anda talimat vererek operasyon yaptırmak. Çünkü içeriyi görmüyorsunuz. Sizin orada bir saniyede içeri girip anında onları etkisiz hale getirmeniz gerekir. Fakat çatışma 27 dakika sürdü. Şartlar oluşmadan operasyon yetkisi veren makam hem adlî; hem siyasî; hem de vicdanî; olarak sorumludur. Savcının şehadetinde öncelikli sorumlu bu talimatı veren kişidir. Yani başbakandır.

Başarılı bir operasyon dendi ama…

Başarılı bir operasyon değil, çok başarısız bir operasyon. Uluslararası literatürde rehinenin kurtarılması başarıdır, teröristlerin öldürülmesi değil. Ama burada bu ifadeler sorumlulukların üstlerini örtmek adına, toplumsal tepkilerin kendilerine yönelmesini engellemek adına siyasî; manevra yapılıyor.

Hesap sormak adına siyasete giriyoruz

Ankara Birinci Bölgeden bağımsız milletvekili adayı oldunuz. Sizin gibi tasfiye edilen polisler arasında başka adaylar da var. Neden milletvekili adayı olma kararı aldı polisler?

Ali Fuat Yılmazer, Yakub Saygılı, Mehmet Akif Üner, Yurt Atayün biz bağımsız aday olduk. Türkiye’de siyaset grubunu ele geçiren illegal olduğuna inandığım güç Türkiye’yi ele geçirdi. Siyasî; alanda bunun mücadelesini vermek lazım. Sadece 17 Aralık’tan bu yana değil, bir ömre sığdırılamayacak, yazmakla bitirilemeyecek öyle hukuksuzluklar, zulümler oldu ki. Devlet bir diktatörlük olma yolunda ilerliyor. Devletin sigortası yargıdır. Yargı yürütmenin kontrolüne girince bu sigorta devre dışı kaldı. Siyasi ihtirasların kurbanı ediliyor ülke. Hesap sormak adına siyasete giriyoruz.

Ailenizin bu süreçten etkilenmesi kaçınılmaz. Siz ve aileniz bu süreci nasıl atlatmaya çalışıyor?

Hâlâ gözaltına alınmadım. Hakkımda 30’a yakın idarî; soruşturma var ama makul bir suçlama yok. Gayri hukuki bir şekilde suçlamalar yürütülüyor. Şaşırıyorum. Ama ben hiçbir bedel ödemedim, asıl bedeli içerdeki arkadaşlarım ödedi. Mağduriyet psikolojisi yaşamadığımız için mağdur değiliz. Realite planında bir mağduriyetten bahsedilebilir ama bu insanların hiçbiri bu psikolojiyle hareket etmiyor. Çünkü iftiraya maruz kaldılar. Bu insanların hayatları mücadeleyle geçmiş. İftiraya maruz kaldığında mücadele etmemesini düşünebilir misiniz? Aileleri de aynı iradeyi ortaya koyuyor.

Yeni bir dernek kuruyoruz, dediniz…

İnsan hakları alanında mücadele edecek bir dernek kuruyoruz: Çağın Mağdurları Derneği. Derneğin başkanlığını ben yapacağım. Haftaya açılışı olacak. Akademisyen, gazeteci, avukat ve meslek büyüklerinden isimler olacak. Demokrasi, insan hakları ve basın özgürlüğü alanındaki eksikliği temin etme, duyarlılığı geliştirme ve toplumu bilinçlendirme noktasında faaliyet yürütecek bir sivil toplum kuruluşu olacak.

Devletin bütün kodları çözüldü

Militanlar, MİT ve Emniyet İstihbarat tarafından takip edilmiyor muydu?

Bu isimler ilk defa polisin karşısına çıkan isimler değil. Bu kişiler 17 Aralık öncesi tasfiye edildi. Daha önce yakalanmış, tutuklanmış isimlerdi. Fakat 17 Aralık sonrasında çıkarılan yargı paketleriyle serbest kaldılar. Devlet mi millet içindir yoksa millet mi devlet içindir anlayışı hep müzakere edilir. Demokrasilerde devlet millet içindir ama Türkiye’de ne devlet için ne millet için... Devlet de millet de Erdoğan için. Devletin bütün kodları çözüldü. 17 Aralık’tan sonra çıkarılan yasalar tamamıyla Erdoğan’ı ayakta tutmak, siyasî; iktidarını takviye etmek için. Çıkarılan yasalardan biri de bu yargı paketiydi. Bu yasayla çıkan adamlar geldi, savcıyı şehit etti. Siz şimdi vicdanî; olarak sorumluluk hissetmez misiniz? Vicdanları olsalar hissederlerdi ama yok.

Erdoğan, Romanya dönüşü uçakta, ‘DHKP-C mezhep dayanıklı bir örgüt’ diyerek, sözü yine Aleviliğe getirmişti.

Erdoğan, toplumu kutuplaştırarak siyasetini bu kutuplardan birisinin üzerine inşa ederek ayakta kaldı. Açıklamalarında toplumu kutuplaştıran söylemler içinde Alevi vatandaşlarımızı zan altında bırakmaya yönelik yaklaşımlar var. Bu örgütün içinde çok fazla Alevi olabilir ama bu onların örgütü sahiplendiği anlamına gelmez. Örgüt Alevi kitleyi hedef seçmiş anlamına gelir. Alevilerin DHKP-C’yi desteklediğini söylemek milyonlarca masum Alevinin hakkını yemek olur. Bunu söyleyemezsiniz. Ancak kutuplaştırma üzerine siyaset inşa ediliyor.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Bu Dünyanın Tadı, B.Brecht

BU DÜNYANIN TADISoğuk bir yel esiyordu dört bir yandaGeldiniz dünyaya bir gün minnacıktınızÜşüyordunuz ve çırılçıplaktınızSonra bir kadın sardıydı sizi kundağaNe çağıran vardı sizi ne görmek isteyenKimsede çıkmamıştı arabayla aramaya siziYoktu burada tek kişi sizi tanıyanSonra bir adam tuttu güzel bir havada elinizdenHiç bir borcu yok size dünyanınGitmek isterseniz paçanızdan kimse tutmazBirçok insan sizi hiç umursamazkenNe çok çocuk ağlayacak ardınızdanSoğuk bir yelin estiği bu dünyadanGöçüp gideceksiniz bir günHepiniz kırık dökükAnlarsınız ne kadar severmişsiniz dünyayıİki avuç toprak üzerinize dökülürken

6 Nisan 2015 Pazartesi

Gerçek bir Amerikan salatası

Yıllar önce mutfağımıza geçmiş Amerikan salatası. Bakmayın Amerikan dediğimize aslında Rus salatasıdır o. Bir rivayete göre ‘komünist sandvinç’ satıyorlar gerekçesiyle milliyetçilerin büfelerini basacağından korkan büfe sahipleri ismini Amerikan salatası olarak değiştirmiş.

Yani anlayacağınız Amerika’dan mutfağımıza geçmiş bir salata yok aslında. O halde bugün Amerikan mutfağının en bilinen salatalarından biri waldorf’u yaparak gerçek bir Amerikan salatası öğrenmiş olalım. Salata denilse de daha çok bizdeki mezeyi andırıyor. Mazisi çok eski, yüz yılı aşkın. Ancak zaman geçse de waldorf salatası popülerliğinden bir şey kaybetmeden günümüze kadar gelmiş. Bundan olsa gerek Amerika’nın klasik lezzetlerinden biri olarak adlandırılıyor. ‘American Century Cookbook’a göre bu salata ilk kez 1893’te New York’un efsanevi otellerinden Waldorf-Astoria’da Oscar Tschirky adlı kişi tarafından yapılmış. Bu otelde kalmayan Amerikan başkanı neredeyse yok gibi. Dolayısıyla salatayı yemeyen de. Günümüzde hâlâ Waldorf Hotel’in menüsünde en çok ilgi gören yiyeceklerden biri waldorf salatası.

Zamanla ceviz, kuru/yaş üzüm, nektarin, maydanoz hatta tavuk ve karides gibi ürünlerle zenginleştirilse de orijinal tarifinde yalnızca kırmızı elma, kereviz ve mayonez yer alıyor. Günümüzde kimileri mayonez yerine yoğurt kullanıyor, kimileri de her ikisini. Tercih damak tadınıza kalmış. Bu arada kerevizin dilerseniz sapını dilerseniz kendisini de kullanabilirsiniz. Waldorf Hotel’in excutive şefi David Garcelon, artık mayonez kullanmadıklarını söylüyor. Yerine yoğurt ve ekşi krema tercih ediyorlar. Garcelon, yoğurla yapılan salatanın daha hafif ve sağlıklı olduğu görüşünde. Alışılagelmiş waldorf tariflerinden ziyade Garcelon salatasının süslemesinde şeker, yumurta beyazı, rezene tohumu, tatlı/acı kırmızıbiber ile harmanlayarak fırınladığı ceviz kullanıyor. Sosunda ise yoğurt, ekşi krema, limon suyu, black truffle denen bir bitki rendesi ve beyaz biber tercih ediyor. Ana malzemelerde de kereviz, kırmızı ve yeşil elma, yaş üzüm ve yeşillik kullanıyor. Ben kendi damak tadıma uygun olanın tarifini paylaşıyorum. Nasıl yapacağınıza karar vermek ve salatanızı çeşitlendirmek size kalmış.

Waldorf salatası

malzemeler

1 elma (yeşil ya da kırmızı, ikisi de olur)

Orta büyüklükte bir adet kereviz

2 yemek kaşığı mayonez (yerine zeytinyağı da olabilir)

1 çay bardağı yoğurt

3 yemek kaşığı limon suyu

Tuz

Beyaz biber (Yoksa karabiber)

Süsleme için: Birkaç adet ceviz ve üzüm (Arzuya göre salatanın içine de ilave edilebilir.)

Hazırlanışı: Elmayı ve kerevizi uzun ince şekilde rendeleyin, (küp küp doğrayabilirsiniz) cam derin bir kaba alın. Ardından yoğurt, mayonez, limon suyu, tuz ve beyaz biberi ayrı bir kâsede çırpın. Daha sonra elma ve kerevizin bulunduğu kaba ekleyin. Güzelce harmanlayın. Servis tabağına alın. Tabağın ortasına kalıbı yerleştirin. İçine salatayı ekleyip şekil verin. Kenarlarını üzüm ve cevizle süsleyin. Afiyet olsun.

Not: Elma ve kerevizin kararmaması için sosu hazırlarken üzerine bir miktar limon suyu dökebilirsiniz. Ayrıca salatanın lezzetini koruması için sos dengesine dikkat edin. Yoğurdu ya da limon suyunu abartmamaya özen gösterin mesela. Sunum için illa da kalıp kullanmanıza gerek yok marul çanağında da servis edilebilir.