22 Eylül 2014 Pazartesi

Üniversite okumak hayal ise İstanbul’da okumak hülya

Üniversite gençliğiyle ilgili yapılan akademik çalışma sayısı epey az. İstanbul’a gelen üniversite öğrencilerinin yaşadığı sıkıntıları ‘Öğrenci İşi’ kitabında ele alan A. Çağlar Deniz, “İstanbul’un kendisi de bir üniversite. Zorlukları olmasıyla birlikte öğrenciye entelektüel birikim kazandırır.” diyor.Yeni bir eğitim dönemi daha başlıyor. Kazandıkları üniversiteye kaydını yaptıran binlerce öğrenci, hayatlarının belki de en güzel dönemlerini geçirebilmek için sabırsızlanıyor. İstanbul’da okuyacak olanlar ise kuşkusuz daha da sabırsız. Zira başka illerde yaşayanlar için hep bir cazibe merkezidir İstanbul. Peki kolay mıdır bu şehirde öğrenci olmak? Onları nasıl bir yaşam bekler ve neden İstanbul’da okumak bir ayrıcalıktır?Uşak Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi A. Çağlar Deniz, İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Öğrenci İşi’ kitabında bu sorulara cevap arıyor. Deniz ile farklı şehirlerden İstanbul’a gelen öğrencilerin yaşadıkları sıkıntıları ve onlarla baş edebilme sürecini konuştuk.İstanbul’a gelen öğrencilerle ilgili araştırma yapma fikri nereden çıktı?Gençlikle ilgili sosyolojik çalışmaların azlığı bu alana yönelmeme sebep oldu. Gençlik içinde de üniversite gençliğini çalışmak istedim. Doktoramı İstanbul Üniversitesi’nde yapıyordum ve birbirinden farklı gençlik gruplarının aynı şehirde olmalarına rağmen özellikle aidiyet duydukları gruplar özelinde nasıl farklı taktikler geliştirdiklerini gözlemlemiştim. Bu noktada, yurtdışında sıkça yapılan ‘adjustment’ temalı çalışmalardan birini, İstanbul’da eğitim gören üniversite gençliği üzerinde yapmaya karar verdim. Toplamda 90 kişiyle yapılan mülakatların sonucunda ‘Öğrenci İşi’ kitabı çıktı ortaya.Çalışmanızda İstanbul, Boğaziçi ve Bilgi üniversitelerindeki öğrenciler üzerinden gidiyorsunuz. Diğer üniversiteleri neden elediniz?Astin, üç farklı üniversite eğitimi türünden bahseder. Bu eğitim türlerinin incelememizde de temsil edildiğini varsaydık. Üç üniversite de kendine has eğitim geleneklerine sahip okullardı. İstanbul Üniversitesi hoca merkezli, Bilgi Üniversitesi öğrenci merkezli, Boğaziçi Üniversitesi de kaynak merkezli bir eğitim anlayışını benimsiyor. Bundan dolayı da hareket alanı olarak bu okullar üzerinden inceleme yapmaya karar verdik.İstanbul’u öğrenci adayları için cazibeli kılan ne?İstanbul’un kendisi bir üniversite aslında. İstanbul’da üniversite okuyan iki üniversite okumuştur denir. O anlamda doğru bir söz bu. Serbest zamanınızı İstanbul’un sokaklarında geçirmeniz ve kentin sosyal olanaklarıyla kuracağınız sahici temas bile size entelektüel bir birikim kazandırmaya yetiyor. Bilimsel toplantılar, aktiviteler, kültür ve sanat uğraşları, bu kentin kültür hayatını dolduruyor. Doğal olarak bu imkânlara her öğrenci erişmek istiyor. Şunu söyleyebiliriz; üniversite okumak bir hayal ise İstanbul’da üniversite okumak bir hülyadır.Anadolu’daki üniversitelerin öğrencilerin taleplerini yeterince karşılayamaması da bunda önemli bir rol oynuyor.Elbette. Taşradaki yükseköğretim kurumlarının eksiklikleri bir türlü bitmek bilmiyor. Bina eksikliği, hoca eksikliği vs. Öğrenciler de farkında bu durumun. Aynı zamanda şehrin üniversite kültürünün zayıf olması, belediye, valilik ve sivil toplum örgütlerinin bilimsel, sportif ve kültürel etkinliğe açık olamaması da öğrencilerin üniversite eğitimi almak adına büyükşehirleri, özellikle de -araştırmamızda adlandırdığımız şekliyle Türkiye’nin tek metropol kenti- İstanbul’u tercih etmelerine sebep oluyor.Şehir dışından üniversite okumak için İstanbul’a gelen öğrencinin karşılaştığı zorluklar neler?En büyük sıkıntı barınacak yer bulma meselesi. Bir diğeri de ekonomik manada yaşanan sıkıntılar. Bu iki mesele, onları birtakım dayanışma ağları içine girmeye yönlendiriyor. Bu bazen bir cemaat, bazen ideolojik bir örgütlenme bazen de etnik temelli bir dayanışma olabiliyor. Kimi öğrenciler var olan dayanışma ağlarına giriyor, kimileri de yeni bir ağ üretmeye çalışıyor. Bir mekânda yabancı olmanın getirdiği bir durum bu. Bu dayanışma ağları aynı zamanda öğrencilerin metropolleşmesini sağlayan bir sürecin de tetikleyicisi, bazen de belirleyicisi oluyor.Yabancılık çeken bu öğrenciler, metropole uyum sağlayabiliyor mu?Etnik, dini vb. kanallar burada önemli bir işleve sahip. Öğrenci, ideolojik bir örgütlenme veya dini bir cemaat içinde de yer alsa, son tahlilde memleketindeki yaşam tarzı itibarıyla farklı bir sürecin içinde buluyor kendini. İster istemez bu yaşam deneyimlerine maruz kalıyor. Yeniden memleketine gittiği ilk tatilde, kendisiyle diğer şehirlerde okuyan veya üniversiteye hazırlanan arkadaşları arasında farklar gördüğünü belirtiyor. Çünkü yeni, zengin bir kültürel ve sosyal sermaye birikimine sahip oluyor. Metropolde yaşamak, aynı zamanda hızlı düşünme, karar alma ve uygulama tekniklerine, usanmışlık tutumuna, inançsal ve ideolojik keskinleşmeye, kültürel çeşitlenmeye, para ekonomisini içselleştirmeye gerek duyan bir sürecin içinde olmaya tekabül ediyor. Biz buna, ‘metropolleşme süreci’ adını verdik. Bu süreci deneyimleyen bir öğrenci, artık taşralı olmaktan çıkıp metropollü birey olma yolunda ilerlemeye başlıyor. Zaten İstanbul’a eğitim almak için gelen öğrencilerin kahir ekseriyeti hayatlarının geri kalanını İstanbul’da geçirmek istiyor.Bütün öğrenciler İstanbul’da kalamıyor haliyle. Okulunu bitip memleketine döndüğünde ne tür sıkıntılarla karşılaşıyorlar?Çalışma esnasında üniversite mezunu olup da memleketine dönen birkaç kişiyle görüştüm. Ciddi bir özlem vardı. İstanbul, öğrencilere öyle bir sosyal yapı sunuyor ki, buraya korkarak gelenler bile bir süre sonra korkularının yersiz olduğunu fark ediyor. Taşradaki zihniyet yapılarının ve davranış kalıplarının haricinde bir zihniyet yapısına ve yeni davranış kalıplarıyla muhatap olmaya başlıyorlar. Bu anlamda dört ya da beş sene sonra öğrenciler artık bir metropollü oluyor ve çoğunluğu burada kalmak istiyor. Fakat tabii bunların bir kısmı da zor bir tercihle karşı karşıya kalıyor. Ya İstanbul’da kalacak ve düşük maaşlı bir işte çalışacak ya da memleketine gidecek ve maddi olarak kısmen daha iyi şartlarda hayatını geçirecek. Gördüğüm kadarıyla, mezuniyetten sonra İstanbul’da yaşamayı seçen gençler, maddi olarak iyi bir gelirleri olmasa da memleketlerine dönmektense İstanbul’da kalmaktan daha memnun. İstanbul bir anlamda bağımlılık meydana getiriyor. Burada yaşamaya başlayan, şehrin tiryakisi oluyor.Nerede kalıyorlar peki?Burada çok farklı kanallar var. Bunları barınma kanalları olarak isimlendirdim kitapta. Birkaç başlığa ayırmak mümkün. Dini cemaatler ilk sırada yer alıyor. Öğrencilere ucuz barınma imkânı sağladığı gibi aynı zamanda aileleri için de güvenli bir ortam teşkil ediyorlar. İkinci olarak ideolojik gruplar var. Bundan kastımız da aslında sol örgütlenmeler. Bu örgütlenmeler de öğrencilere barınak kanalları olarak hizmet ediyor ve genel itibarıyla ev örgütlenmeleri olarak yayılmışlar. Aynı siyasi ve aynı ideolojik görüşe sahip kişiler aynı evlerde kalıyor. Ayrıca yurtlar da var tabii. Devlet yurtları, özel yurtlar ve üniversite yurtları... Üniversitelerin yurtları -rezidans tabir edilenler- nispeten daha pahalı ve buralara erişmek için belli bir maliyeti gözden çıkarmak gerekiyor. Devlet yurtları ise barınma kanalları içinde en ucuz olarak niteleyebileceğimiz kanal.Bir de kabuğuna çekilenler var...Bulundukları şehirdeki akran gruplarıyla beraber İstanbul’u yazıp gelenler. Bunlar ortada bir yerde ev tutuyor. Evin özellikle metrobüse yakın olması önem arz ediyor. Orada bütün sosyalleşme ortamından çoğu zaman kendini soyutlayarak ve en büyük hedefleri ayın sonunu bir şekilde getirmeye çalışmak oluyor. Bunu da biz kabuğuna çekilme kanalı olarak isimlendirdik. Bütün bu kanallar ayrı ayrı işlevlere sahip ve farklı öğrenci gruplarının metropol kente tutunma taktikleri olarak işe koşuluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder