18 Kasım 2015 Çarşamba

Tarık Toros: 'Ben bu kanalın genel yayın müdürüyüm' sözünü ilk kez o gün kullandım

İpek Medya Grubu'na hukuksuz el koyma sürecinde yaptığı yayıncılıkla takdir toplayan Tarık Toros ile gazetecilik hikâyesini konuştuk. Bu mesleğe nasıl başladığını, ne gibi sorunlarla karşılaştığını ve yarınlarını değerlendirdik. “Ben bu kanalın genel yayın müdürüyüm” sözleriyle hafızalara kazınan Toros'a bilinmeyen yanlarını sorduk.

Kayyum görevlilerinin polis eşliğinde Bugün TV'nin ana kumanda odasına girdikleri gün söylediğiniz ‘Ben bu kanalın genel yayın müdürüyüm' sözleri hafızalara kazındı. Sık mı kullanır mıydınız bu cümleyi?

Sekiz yıldır Koza-İpek Grubu'nda çalışıyorum. Daha önce hiç, “Ben bu kanalın genel yayın müdürüyüm. Talimatı ben veririm.” gibi ifadeler kullanmadım. İlk defa sekizinci senemde, beni kanalımdan attıkları gün bu cümleyi kurdum. Orada öyle yapılması gerekiyordu. Arkadaşlarıma biber gazı atıldı, kapılarımız kırıldı. 45 dakikalık bir arbedenin ardından içeri girdiklerinde ise kimse beni aramadı. Kumanda odasına girip yayına müdahale edeceklerini duyunca fırladım yerimden, kumanda odasına indim ve herkesin izlediği görüntüler yaşandı. Bu tamamen bize emanet edilen sorumluluk gereği ve mesleğin onurunu korumakla alakalıydı. Eğer onlar lisan-ı münasip ile gelselerdi bunların hiçbiri yaşanmazdı. Normalde sakin bir insanım, rica ile konuşurum. Hep istişare ile hareket eder, fikirlere saygı duyarım. Kanalda hep toplantı masasının dediği olur. Kimseye de o güne kadar oranın başı olduğumu hissettirecek bir sözüm, tavrım söz konusu olmamıştır.

Sosyal hayatta nasıl bir Tarık Toros var peki?

İşim aynı zamanda yaşam biçimim. Çok işten çıkarıldım veya istifa ettim. İpek Medya, çalıştığım dokuzuncu kurum. Bu aralarda yer yer bir buçuk seneye kadar ara verdiğim olmuştur. O zamanlarda bile oturup play station oynamadım, gelişmeleri takip ettim. Şahsi internet sitemde yazılar yazdım. Tıpkı çalışıyormuş gibi medyayı takip ettim. Bunun haricinde pek bir şey takip etmiyorum. Çok kitap okuyamıyor, sinemaya gidemiyorum. Tabii şu ara çok isterdim Cem Yılmaz'ın vizyona girecek filmini ilk seansta gidip izlemeyi, yurtdışına gidip birkaç hafta kafa dinlemeyi, biriktirdiğim kitapları okuyabilmeyi... Çok esprili olduğumu düşünmüyorum ama oturduğum zaman sohbeti çekip çevirdiğimi söylerler. Normalde sakin ve sosyal yönü güçlü biriyimdir. Özgürlüğüme düşkünüm ve seyahati severim. Yer yer yalnız kalmak, inzivaya çekilmek isterim. Son dönemde şunu itiraf etmek gerekir ki yakınlarım eski Tarık Toros ve yeni Tarık Toros muamelesi yapıyor, buna da alışmaya çalışıyorum.

Gazeteciler, ‘Bu meslek virüs gibidir.' der, size de bu virüs bulaşmış sanki. Ne zaman ve neden başladınız bu işe?

Lise yıllarımda, üniversitede nereyi tercih edeceğim henüz belli değilken, bir gazetenin köşesinde ‘Hangi mesleğe uygunsunuz?' diye bir anket doldurmuştum, ‘kütüphanecilik' çıkmıştı. O zaman yadırgamıştım fakat şimdi verdiğim cevaplar ile çıkan mesleğin çok da yanlış olmadığını düşünüyorum. Hep devlet okullarında okudum, devlet yurtlarında kaldım. Ortaokuldan sonra babam, beni teknik lise ve teknik üniversite alanlarına yönlendirdi. Mesleğin ilk yıllarında bunu da yadırgadım, gazeteci olacaktım, keşke siyasal bilgiler ya da hukuk okusaydım dedim. Sonra düşündüm ve çok doğru bir tercih yaptığımı fark ettim. Televizyonculuk teknik bir meslek, elektroniği iyi bilmeniz gerekiyor ki ben bunu okudum. Matematiğim çok iyidir, matematiksel bir kafayla düşündüğümü fark ettim. Okulumu bitirdikten sonra okuduğum mesleği yapmayı hiç düşünmedim. 1993-94'lü yıllardı, özel televizyonculuk yeni kurulmuştu, medyada çeşitlilik artıyordu. Benim de ilgim vardı, heves ettim. İletişim fakülteli arkadaşlarımın da yardımcı olmasıyla başladım. Kendime bir sene süre verdim, bu işi yapacak mıyım, yapmayacak mıyım diye. O sürenin dolduğunu bile hatırlamıyorum. Çünkü girdiğim andan itibaren artık bu mesleğin erbabı olmuştum. STV, TGRT, Kanal 6 televizyonlarında muhabir olarak çalıştım. Ankara yıllarım altı yıl kadar sürdü, sonrasında İstanbul'a geçmek durumunda kaldım.

Büyük itiraflar ve günah çıkarmalar olacak

Birçok kurumda çalıştıktan sonra Bugün'ü sizin için bu kadar özel kılan neydi?

Burada buram buram mesleğimi yaptım. Doğru bir ekiple, Türkiye'nin en iyi ve en temiz patronuyla çalıştım. Gazetecilik biraz gezici bir meslektir. Yayın politikasıyla bağdaşamazsınız, şefinizle anlaşamazsınız, şehir değiştirirsiniz, cazip bir teklif alırsınız farklı kurumlara geçersiniz. Her şey vardır bizim meslekte. Gazetecilikte üç-beş yıl aynı yerde çalışmak istikrardır. Fakat Koza İpek benim ve bütün arkadaşlarım için bir ömür yürünecek bir yoldu. Bir aile, bir yuva olduk orada biz. Akın Bey, kanalı satın aldığında kimseyi çıkarmadı işten. Eski yönetimden beri 10-12 yıldır orada bulunan arkadaşlar var. Hâlâ da orada çalışıyorlar ama şu anda mutsuzlar. Çünkü başlarında güvendikleri ve inandıkları yöneticiler yok. İçerideki herkes çıkartılanlarla aynı akıbeti yaşayacağını düşünüyor.

Yaşananlardan sonra umutsuzluk durumu başladı mı sizde?

Bu yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersler ve sonuçlarla, elbirliğiyle güçlü bir toplum inşa edeceğiz. Hukuk, demokrasi ve özgürlükleri konuşmamızın sebebi bu. Avrupa Birliği ile ilgili atılan olumlu her adımda havalara sıçramamızın sebebi de buydu. Bütün bunların hepsinin tecrübe hanesine yazıldığına ve ileride imzalanacak toplumsal sözleşmeye bir madde olarak gireceğine inanıyorum. Olanda hayır vardır. Askerî; vesayet çok tartışıldı, sivil vesayeti de yaşamamız gerekiyormuş. Denetim mekanizması kalmadığında ne olduğunu görmemiz gerekiyormuş, medya özgürlüğü kalmazsa neler yaşandığını tecrübe etmemiz gerekiyormuş. Ve elbette insanları da tanımış oluyoruz. Sivil toplum kuruluşlarını, gazetecileri, siyasileri tanıyoruz. Yarın büyük günah çıkarmalar, büyük itiraflar olacak. Bütün bunlara bu çerçeveden bakacağız. Bir bağlamda toplum kendi itibarını inşa ediyor, edecek.

İpek Medya direnişi gazeteciliğe armağan olsun

Medya nasıl bir sınav veriyor sizce?

Çok kötü bir imtihan veriyor. Osmanlı'nın son döneminde bile böyle değildi. Zaman zaman, ‘mütareke basını' gibi benzetmeler yapılır. Mütareke basını bile böyle değildi. Ben yirmi yıldır bu işi yapan biri olarak elli, altmış yıldır bu işi yapan duayen isimlere soruyorum; gazetecilere, akademisyenlere, hukukçulara, işadamlarına soruyorum; cumhuriyetle yaşıt insanlar bile böyle bir dönem yaşamadıklarını söylüyor. Yakın zamana kadar basının durumu, Demirel süreciyle, darbe dönemleriyle karşılaştırılır analiz edilmeye çalışılırdı. Şimdi hepsinden farklı bir dönem yaşadığımızı, cumhuriyetin çok büyük bir sınavdan geçtiğini düşünüyor herkes. Bu, bugünün meselesi değil onu anladım. Nesiller ve bu tecrübeyi paylaşanlar mühim bir tecrübeyi yaşıyor. Ben nasıl 12 Eylül dönemini görmüş bir gazeteci olarak kendimi şanslı sayıyorsam, bu süreci yaşayanların da kendini şanslı sayması gerekir. Sonraki nesillere anlatacak çok şeyleri olacak.

Baskın gününe dair ne hissediyorsunuz?

Gazetecilik öteden beri muktedirlerin kamuoyu oluşturma aracıdır. Biz muktedirin kamuoyu oluşturma aracı olmadığımız için bunlar başımıza geldi. Her görüşe, her fikre evrensel kriterler çerçevesinde yer verdiğimiz için bunlar başımıza geldi. Ondan dolayı içim çok rahat. İpek Medya baskınının güzel bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Gazeteciliğe armağan olsun.

Kanala el koyma ülkenin yaşadığı bir travma

Ankara'dan ayrılışınızda da kolluk kuvvetleriyle kötü bir hatıranız vardı...

1999 yılı temmuz ayıydı. Bir sancak devir teslim törenine gönderildim. Sembolik bir tören, sadece 15 dakika sürüyor. Ben de o töreni izliyorum. Bir grup asker sancağı getiriyor, sonra sancak andı okunuyor. Cumhurbaşkanı sancağı öpüp teslim alıyor. Ben de bu olayı bir pazar günü rehavetiyle takip ediyorum. Hava sıcak. Muhabirlerle beklerken gazete okuyorum. Öğlene doğru bir anons sesi duydum: ‘Sancak tören alanına getiriliyor!' Askerî; bir sesti. Basın tribünü ayağa kalktı sancağa bakıyor. Ben umursamadım, yerimde gazete okumaya devam ediyorum. Sonra İstiklal Marşı diye bir ses geldi. Kapattım gazeteyi ayağa kalktım. İstiklal Marşı okundu, tekrar oturduk. Bir dakika geçti geçmedi, bir yarbay koşarak geldi, parmağıyla beni gösterdi ‘sen benimle dışarı gel' dedi. Yarbay, ‘Hiçbir Türk sancak devir teslim sırasında gazete okuyamaz.' diyerek beni dışarı attı. Ertesi gün sabahleyin benden bir savunma alıp görülen lüzum üzerine kapının önüne bıraktılar. O zaman aylarca işsiz kaldım. Demirel'e kadar herkesle konuştum. Ölümü bile düşündüm. Hayatımdaki ilk büyük travmaydı. Şimdi babam ‘Bu da ikinci büyük travma galiba.' diyor. Diyorum ki: ‘Baba yok, o büyük bir travmaydı fakat bunu travma olarak kabul etmiyorum'. Bu başka bir şey. Bu farklı bir olay çünkü oradaki olay ferdiydi. Burada güpegündüz, dünyanın gözü önünde, bir medya grubunu hukuksuz bir şekilde polislerin gasp etmesi karşısında kanalını koruyan bir genel yayın yönetmeni var. Bu, ülkenin yaşadığı bir travmaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder