20 Ağustos 2015 Perşembe

Çorak Ülke, T.S. Eliot

ÇORAK ÜLKE `Nam Sibyllam quidem Cumis ego ipseoculis meis vidi in ampulla pendere,et cum illi pueri dicerent: Sibulla ti thelis;respondebat illa: apothanein tehelo.' (1)Ezra Pound içinil miglior fabbro (2) I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ Nisan en zalim aydır, gövertirLeylakları ölü toprakta, yoğururAnılarla istekleri, uyarırUyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.Kış, sıcacık tuttu bizi, örterToprağı unutkan karla, sürdürürKısır bir hayatı kuru köklerle.Yaz şaşırttı bizi, Starnbersee'ye gelinceDeli bir sağnakla; sığındık sıra kolonlara,Derken yeniden güneş, uzandık Hofgarten'a,Birer kahve içip konuştuk bir saat kadar.Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch. (3)Ve çocukluğumuzda, arşidüklerde kalırken,Yeğenimgillerde, kızakla gezdirirdi beni,Ve ben korkardım. Ama o, Marie, derdi,Sıkı tutun Marie! Ve yamaçtan kayardık.Dağlardaysan, orada özgür bulursun kendini.Çoğu geceler okurum, kışın da güneye giderim.Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezerBuradaki taş yığınını? Ey insanoğluBunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnızBir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulurVe ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç,Ne de kuru taş su sesi verir. YalnızBurası gölge, altı bu kızıl kayanın,(Sığın gölgesine bu kızıl kayanın),Ve ben öyle bir şey göstereceğim ki sana,Ne seni durmadan izleyen sabahki gölgendir,Ne kalkıp seni karşılayan akşamki gölgendir,Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda. Frisch weth der Wind Der Heimat zu Mein Irisch Kind, Wo weilest du? (4)"Bana sümbülleri ilk verişin bir yıl önceydi,Sonra sümbül kız koydular adımı."- Ama döndüğümüzde, gün sonu, sümbül bahçesinden,Kolların dolu, saçların ıslak, bir türlüKonuşamadım, gözlerim de seçmedi, sankiNe diriydim, ne ölü, ne de bir şey biliyorum,Sırf bakıyordum ışığın gözüne, sessizlik.Oed' und leer das Meer. (5)Madam Sosostris, şu ünlü falcı,İyice üşütmüştü kendini amaEn akıllı kadın diye bilinir Avrupa'daElinde bir deste hayın kağıtla. İşte, dedi,Senin kağıdın, boğulmuş Finikeli gemici,(Şu inciler onun gözleriydi bir zamanlar, Bak!)İşte Belladonna, Kayalıkların Ecesi,Durumların ecesi.İşte üç değnekli adam, işte Çarkıfelek,Ve işte tek gözlü tüccar, bu kağıda gelince,Bu boş kağıt, tüccarın sırtındaki şeydir,Onu da görmem yasaktır. Peki neredeAsılmış Adam! Suda ölümden sakın.Kalabalıklar görüyorum halka olmuş yürüyor.Falınız tamam. Sayın Mrs. Equitone'u görürseniz,Deyin ki yıldız falını kendim getiririm:Öyle zamandayız ki su uyur düşman uyumaz.Düşçül Kent,Kirli sisi altında bir kış sabahının,Bir kalabalık aktı Londra Köprüsünden, sürüyle,Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.Duyulan, kesik ve seyrek, iç çekişlerdi,Ve gözleri kendi adımlarındaydı her adamın.Aşıp tepeyi aktılar King William CaddesindenSaint Mary Woolnoth Kilisesine, kulede çanÖlü bir sesle tınlarken son vuruşunda dokuzun.Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, "Stetson!"Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae'de!"Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,"Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?"Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?"Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,"Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!"Sen! hypocrite lecteur! - mon semblable, - mon frère!" (6) II. BİR SATRANÇ PARTİSİ Kadının koltuğu, yaldızlı bir taht gibi,Çil Çil yansıdı mermerde ve ayna- Destekleri salkımlı asmalarla bezenmişBirisinden bir altın Küpidon baka kalmış,(Biri de gizlemiş gözlerini kanadıyla) -Çiftleyip alevlerini yedi kollu şamdanınYansıttı ışığı masanın üzerine, tam daYükselirken mücevherlerinin parıltısıÖbek öbek atlas döşeli kutulardan;Fildişi ve renkli camdan şişeciklere,Tapasız, sinmiş acayip, sentetik parfümleri,Macun, toz ya da sıvı - bunalttı, şaşırttıVe boğdu duyuları kokularla; tedirgin olupPencereden gelen esinle, kokular yükseldiBesleyerek upuzun alevlerini şamdanınVe savurdu dumanları bölmeli tavana,Tedirgin edip desenlerini oymalı tavanın.Geniş kızılağaç kaplama, renkli taşlarla çevrili,Bakır kakmalı, bir yeşil, bir turuncu yanıyorVe bu içli ışıltıda oyma bir yunus yüzüyordu.Antik şömine üstündeki tabloda anlatılan,Sanki bir pencereydi ormana açılan,Değişimiydi Philomel'in, o barbar kralınOnca zorladığı; ama bülbül kesilmiş orda,Sarmıştı tüm çölü kirletilemez bir sesle,Ve hala ağlıyordu ve dünya hala o yolda,"Cik cik!" kös dinlemiş kulaklara.Ve zamanın öbür solgun artıkları daAnlatılmıştı duvarlarda; ısrarla bakan biçimlerDört yönden sarkmış, eğilip susturuyordu odayı.Sürüklendi merdivende adımlar.Ocağın ışığında, fırçanın altında, saçlarıAlevli oklar gibi dağılmışIşıl ışıl konuşurken, artık zalimce susacaktı."Sinirlerim bozuk bu gece. Çok bozuk. Gitme kal."Bir şeyler anlat. Neden konuşmazsın hiç. Konuş."Ne düşünüyorsun? Ne düşüncesi bu? Ne?"Ne düşünürsün böyle bilmem ki hiç. Düşün bakalım."Sanırım biz dönekler geçidindeyiz,Ölü adamlar orda yitirmişti kemiklerini."Nedir bu gürültü?" Eşikten esen yel."Peki ya bu gürültü? Zoru nedir bu yelin?" Hiçbişey gene hiçbişey. "Bilmez"misin hiçbişey? Görmez misin hiçbişey? Hatırlamaz mısın"Hiçbişey?" HatırlarımŞu incilerdi adamın gözleri bir zamanlar."Diri misin, değil misin? Hiçbişey yok mu kafanda?" AmaO O O O şu Şekispiyerimsi cümbüş-Hem ne incelikNe yetkinlik"Ne yaparım şimdi ben? Ne yaparım ben?"Öyleyse hemen fırlayıp sürterim sokaklarda,"Saç baş darmadağın. Peki ne yaparız yarın?"Ve her günü Tanrının?" Sıcak su saat onda.Yağmur varsa, kapalı bir araba saat dörtte.Sonra bir el satranç oynayacağız,Kapaksız gözlerimiz kısılmış, kulağımız kapıda.Kocası terhis edildiğinde Lil'e dedim ki -Esirgemedim sözümü, hem yüzüne söyledim,VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZBak Albert dönüyor, çekidüzen ver kendine biraz.Bilmek ister n'aptın sana verdiği parayı,Dişlerini yaptırman için. Verdi, hem de yanımda.Gel çektir tümünü, Lil, güzel bir takım yaptır,İnan ki, demişti, yüzüne bakasım gelmiyor.Al benden de o kadar, dedim, Albert'ciği düşün bir,Dört yıldır askerdeydi, gününü gün etmek ister,Bunu sende bulamazsa, başkaları var, dedim.Ya, öyle mi dedi. Olabilir a, dedim.O zaman bir kapı bulurum, dedi, ama açık konuşsana.VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZO işten hoşlanmasan da dayanmalısın, dedim.Yok, yapamam, dersen, başkaları seçip kapar.Albert çekip giderse, bilir miydim? deme sakın.Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten.(Oysa ancak otuz birinde.)Elimden ne gelir, dedi, suratını asarak,Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi.(Beş tane vardı, minik George'da az kalsın ölüyordu.)Ezzacı her şey düzelir, dedi, ama nerde eski halim.Sen eni konu aptalmışsın, dedim,Ya Albert rahat bırakmazsa, sil baştan, dedim.Çocuk istemiyordun da niye evlendin?VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZNeyse, Albert geldi o pazar, sofrada sıcak domuz budu,Yemeğe bırakmadılar beni, tatmalıymışım sıcacık -VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZVAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZİğgeceler Bill. İğgeceler Lou. İğgeceler May. İğgeceler.Haydi eyvallah. İğgeceler. İğgeceler.İyi geceler leydiler, iyi geceler sevimli leydiler, iyi geceler, iyi geceler. III. ATEŞ TÖRENİ Irmağın tentesi çökmüş: damar parmaklarıylaSon yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. YelArşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,Gitmişler, adres filan bırakmadan.Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımdaKemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.Bir sıçan otların arasından usulca süzüldüYapış yapış karnını toprağa sürterek,Avlanırken ben durgun sularında kanalınHavagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazasıVe kral babamın ölümü, ondan önce.Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdelerVe basık ve kuru tavanarasındaki kemikleriYıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarımKorno-motor seslerini ki getirirler nasılsaSweeney'i Mrs. Porter'a baharda.Ooo! Dolunay doğup üstüne parlasınMrs. Porter'la kızınınOnlar sodalı suda yıkar ayakların'Et O ces voix d'enfants, chantant dans la coupole! (7)Cik cik cikCık cık cık cık cık cıkOnca zorlanmışTereu (8)Düşçül KentBoz sisi altında bir kış öğlesininMr. Eugenides, İzmirli tüccar,Tıraşsız, bir cebi kuşüzümü dolu,CIF Londra: Belgeler para ödenince,Kaba bir Fransızcayla, ne dersin, dedi,Canon Street Otelinde öğle yemeğine,Sonra hafta sonu tatiline Metropole'de.Erguvanımsı saatte ki bakışlar ve sırtDoğrulur masadan ve insan makinesi beklerAvara çalışan, bekleyen bir taksi gibi,Ben Tiresias, iki hayat arası bocalayan, kör,Pörsük dişi memeli yaşlı adam, nasıl sezmem,Erguvanımsı saatte, akşam saatinde ki çırpınırYuvaya doğru, gemicileri yuvaya getirir denizden,Daktilo kız çay zamanı yuvada, sabah sofrasını tpolar,Sobasını yakar, düzenler hazır yiyecekleri masada.Pencerenin dışına korkusuzca astığıİç çamaşırları güneşin son ışınlarıyla yanar,Ve yığılmış üstüne divanın (geceleri yatağı)Çoraplar, terlikler, kombinezonlar, korseler.Ben Tiresias, pörsük hayvan memeli kocamışa yeterYeter de artardı bu sahne, gerisine gelince -Yolu gözlenen konuğu bekledim ben de.Adam, iğrenç suratlı bir gençtir, gelir,Sıradan bir emlakçı katibi, küstah bakışlı,Aşağı kesimden biri ki kurumlu hali sırıtırBir Bradford milyonerinin ipek şapkası gibi.Umduğu gibi, zaman en uygun zamandır,Yemek bitmiş, kadın oyalamaya çalışır,İstemese bile engel de olmaz kadın.Ateşlenmiş ve kararlı, adam hemen saldırır;Hiçbir engele rastlamaz yoklayan eller;Karşılık mı bekler adamdaki kör gurur,Kayıtsızlığı da hoş karşılar.(Ve ben, Tiresias, önceden acısını çekmişAynı yatak-divanda oynanan oyunların,Ben ki Thebai surlarına sırtımı dayamış,Yürümüşüm safında en aşağılık ölülerin.)Adam son bir öpücüğe daha kıyar,El yordamıyla iner ışıksız merdiveni.Kadın döner, bir an pencerede görünür,Sanki habersizdir aşığının gittiğinden,Kafasından puslu bir düşünce geçer:"Neyse bu da bitti, iyi ki bitti hem."Bir gün gelir düşer de yosma kadınYalnızken gene dolanırsa odasında,Eli saçlarına gider kendiliğindenVe bir plak koyar gramafona."Sulardaydım, bu ezgi çalındı kulağıma"Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesine dek.Kent, ey Kent! arasıra duyarımLower Thames Caddesinde bir meyhanedenBir mandolinin hoşa giden dertlenişiniVe öğle yemeğindeki gürültüsüyle sohbetiniBalıkçıların ki orda yaşar duvarlarındaMagnus Martyr Kilisesinin,Büyülü görkemi İyon beyazıyla altın renginin.Irmağın terlediğiYağ ve katran,Mavnalar sürüklenirAlçalan sularda,Al yelkenlerDopdoluYelle, yelpirder koca serende.Mavnalar yıkarSürüklenen paraketeleriVarırlar Aşağı Greenwich'eKöpekler Adasından ileri. Weialala leia Wallala leialalaElizabeth'le LeicesterÇekilen kürekler,Teknenin kıçıYaldızlı deniz kabuğuAl ve altın,Sert soluğanlarYıkadı kıyıları,Güneybatı yeliÇan sesleriniAk kulelerin Weialala leia Wallala leialala"Tramvaylar tozlu ağaçlar.Highbury'denim. Richmond'la Kew idiBeni mahveden. Bir kanodaydı, dapdar,Richmond'un yanında kaldırdım dizlerimi.""Moorgate'in gediklisiyim ve gönlümkırık dökük. Her şey olup bitinceAğladı adam ve sözerdi 'yeni bir yarın'.Ses etmedim. Nemeydi benim gücenme.""Margate kumsalındayım.Bağlayamam kiHiçbir şeyi hiçbir şeyle.Ucu kırık turnakları kirli ellerin.Benim halkım gönülsüz halk, ummaz kiHiçbir şey." la laSonra vardım Kartaca'yaYanıyor yanıyor yanıyor yanıyorEy Tanrım Sen kurtar beniEy Tanrım Sen kurtaryanıyor IV. SUDA ÖLÜM Fenikeli Phlebas, öleli iki hafta olmadanUnuttu martı çığlıklarını, soluğanlarıve kâr ile zararı. Bir akıntı, deniz altında,Sıyırdı kemiklerini fısıltılarla. Yüksele alçalaYeniden yaşadı evrelerini yaşlılığıyla gençliğininKapılırken burgaçlara. Yahudi ol, olmaSen, ey çarkı çevirirken yelden yöne bakan!Düşün Phlebas'ı, o da yakışıklı ve boyluydu eskiden. V. GÖK GÜRÜLTÜSÜNÜN DEDİKLERİ Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlereİnince dondurucu sessizlik bahçelereBaşlayınca can çekişme taşlık ülkedeBağıranlar ve ağlayanlarMapusane ve saraylar ve yankımasıGök gürlemesinin, bharda, uzak dağlardaO adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdürBizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruzSabrımız tükenmiş Burada su yok yalnız kaya varKaya ve susuzluk ve kumlu yolYol döne döne tırmanıyor dağlaraDağlar ki sırf kaya, su yüzü görmemişSu olsaydı durup içerdik birer birerKayalar arasında kim durur, kim düşünürTer kupkuru, ayaklarsa kuma gömülüHiç olmazsa su olsaydı arasında kayalarınKi ölü dağın çürük dişli ağzıdır, tüküremezKişi burda dikilemez, oturamaz, yatamazÜstelik sessizlik de yok bu dağlardaAma kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,Üstelik çile yerleri de yok bu dağlardaAma asık mor suratlar sırıtır ve hırlarÇatlak duvarlı evlerin kapılarından Su olsaydı Kaya olmasaydı Kaya olsaydı ama Su da olsaydı Ve su Bir pınar Bir gölcük kayalar arasında Hiç olmazsa su sesi olsaydı Değil ağustosböceği Ve türküyen kuru otlar Ama bir su sesi kayalardan Şakırken yalnızgezer ardıç kuşu orada çamlarda Şıp şıp şip şıp şıp şıp Ama ne gezer su Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?Sayınca bir sen varsın, bir de benAma ne zaman uzayıp giden ak yola baksamBirisi daha var daima yanında yürüyenAkıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,Bilemem artık erkek mi, kadın mı- Ama kimdir öbür yanında yürüyen? Yücelerden gelen şu ses de nedirAnaların yaktığı ağıdın mırıltısı,Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşırSonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,Hangi kenttir şu dağların üstündekiÇatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökteYıkılan kulelerKudüs Atina İskenderiyeViyana LondraDüşçülBir kadın uzun kara saçlarını gerdi eliyleVe zırıldattı tellerinde bir ezgiyiVe bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içreIslık çaldılar ve kanatlarını çırptılarVe kara bir duvardan aşağı sarktılar başaşağıVe havada tepetaklaktı kulelerÇalarak hatırlatan çanları ki saatleri vururVe boş sarnıçlarla kör kuyulardan yükselen türküler. Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurdaSolgun ayışığında, otlar türkü yakıyorÇökmüş mezarlar üzre, kilise avlusundaBomboş bir kilise, yelin cirit attığı,Cam çerçeve yok, kapı gıcırdar durur,Kuru kemikler incitmez ki kimseyi.Sırf bir horoz kurulmuş çatı direğineKu ku riku ku ku rikuBir şimşeğin yalazında. Sonra çileyen bir boraYağmur getiren. Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklarYağmur bekliyordu, kara kara bulutlarYığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.Cengel sinmiş, kamburlaşmıştı sessizce.Derken konuştu gök gürültüsü DA Datta: Verdiğimiz nedir?Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı,Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu,Bununla ama sırf bu tutkuyla varoldukVe bu, ne ölüm ilanlarımızda izlenebilirNe iyiliksever örümceğin sardığı anılardaNe de mühür altında, sıska dava vekili kırarBomboş odalarımızda DA Dayadhvam: Duydum anahtarlarBir kez döner kapıda, ve yalnız bir kez dönerDüşünürüz anahtarı, herkes kendi zindanındaDüşünmekte anahtarı, bir zindanı onar herkesAncak akşam saatinde, göksel söylentilerBir an için umutsuz bir Coriolanus yaratır DA Damyata: Tekne yanıtladıNeşeyle, yelken ve kürekte usta ellereDeniz durgundu, yüreğin yanıtlayacaktıNeşeyle, çağrılsaydı bir, usulca atarakAltında yoklayan ellerin Oturmuş kıyıdaAvlanıyordum, ardımda çorak düzlükler,Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyorPi s'ascose nel foco che gli affina (9)Quando fiam uti chelidon - Ey kırlangıç kırlangıç (10)Le Prince d'Aquitaine à la tour abolie (11)Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladımYa, siza uyarım öyleyse. Hieronymo delirdi gene.Datta. Dayadhvam. Damyata. (12) Shantih shantih shantih (13)1922T.S. Eliot,Çeviren: "Eliot" Suphi Aytimur,"T.S. Eliot / Çorak Ülke, Dört Kuartet ve başka şiirler", Adam Yayınları. (1)Sibyl'i Cumae'de kendi gözlerimle gördümcam bir kavanoz içinde yaşıyordu,oğlanlar sorunca, "Sibyl ne oldu?"yanıtı hep şuydu, "Ölümü özlüyorum." Petronius'dan Satiricon, Bölüm 48(Çevirenin notu: Sibyl'e (kahin kadın) sonsuz hayat verilmiştir ama sonsuzgençlik değil. Yüzyıllar boyu kocadıkça gövdesi küçüle küçüle bir çekirgekadar kalır. Daha da büzülecek ama ölemiyecektir. Yani hem zamanın, hem dedoğum-ölüm-yeniden doğum halkasının dışına itilmiştir.) (2) Daha iyi usta (3) Hayır Rus değilim, Litvanyalıyım, Alman kökenli. (4)Dağlarından yurdunun Yel eser serin serinİrlandalım, çocuğumGurbet elde neylersin? R. Wagner (Tristan ile İsolde) (5) Boş ve ıssız gene deniz. R. Wagner (Tristan ile İsolde) (6) Sen! dönek okur! - benzerim, kerdeşim benim! C. Baudelaire (7) Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan! Verlaine (8) Tereu: Bülbül sesine öykünmede kullanılır. Tereus: Philomel'i kirleten kral. (9) Sonra kendilerini arıtan alevlere daldı. Dante, Araf (10) Ne zaman kırlangıç gibi olacağım. Pervigilium Veneris (11) Aquitane Prensi yıkık kulede Gerard de Nerval (12) Ver. Duyuları paylaş. Denetle. Upanishad'dan (13) Barış. Barış. Barış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder