15 Ağustos 2015 Cumartesi

AKP'nin 10 büyük çarkı

Siyasî; kariyeri başından sonuna kadar tutarlı bir şekilde ilerleyen bir lider ya da siyasî; oluşum var mıdır acaba? Türkiye'deki örneklere bakılırsa ‘evet' demek zor. Ülkeyi 13 yıldır yöneten AKP'nin bu süre boyunca yaptığı tutarsızlıklar o kadar çok ki. İşte akla ilk gelenler...

Siyaset öyle menem bir şey ki, bugün söylediğiniz şey dün söylediğinizi tutmaz. Tutarsızlıklar üzere yanardöner bir meslektir anlayacağınız. Konjonktür değiştikçe siz de değişirsiniz, değişmeniz gerekir. Diyalektiğin de bir kanunudur bu aslında. Her şey bir gün zıddına dönmeye mahkûmdur misali. Siyaset arenasında bu durumu fark edebilmeniz için birkaç ay yeter. Gözünüze bir siyasetçi kestirin ve onu birkaç ay boyunca takip edin. İlla bir yerden çark ettiğini göreceksiniz. Hal böyle olunca 13 yıldır iktidarda olan AKP'nin çark ettiği konular epey birikti. Birikmese siyaset üstü bir şey olurdu zaten. İşte AKP'nin 10 büyük çarkı…

Ergenekon meğerse bir masalmış!

Çok değil, yalnızca birkaç yıl önce Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında soruşturmayı yürüten savcı ve operasyonları yapan polislere methiyeler düzüyordu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'liler. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkmasıyla birlikte fikirleri değişti. Başbakanlığı döneminde, ‘Ergenekon'un savcısı' olduğunu söyleyen ve “Bu planları ortaya çıkartanları alkışlamamız lazım.” diyen Erdoğan'nın kurucusu olduğu parti, bugün TSK'ya kumpas kurulduğunu dile getiriyor. Sadece Erdoğan ile kalsa iyi. Pek çok iktidar temsilcisi de fikir değiştirdi, mesela Egemen Bağış. Birkaç yıl önce neler dediğine bakalım: “Türkiye, iki yıldan uzun bir süredir, Türkiye'deki demokratik sisteme karşı kökleşmiş planları ortaya çıkarmayı amaçlayan karmaşık ‘Ergenekon' davasını sürdürmektedir. Dava, hükümet dâhil hiçbir dış gücün kendilerini etkileyemeyeceğini veya engelleyemeyeceğini sık sık vurgulayan ‘bağımsız savcılar ve hâkimler' tarafından kovuşturulmaktadır.”

Kürt meselesini çözmek oylar gidene kadarmış

Türkiye'nin uzun yıllardır kanayan yaralarından biri Kürt meselesi. Son yıllarda çözüm süreciyle birlikte farklı bir yola giren bu mesele bugün itibarıyla yine tıkanmış durumda. Müsebbipleri arasında ise tabii ki devlet yetkilileri var. AKP'nin belki de en büyük çarkı oldu Kürt meselesine bakışı. Bir kere de değil, sürekli değişti. Misal, bir gün ‘PKK ile görüşen şerefsizdir' diyen Erdoğan, ertesi gün ‘Hükümet değil, devlet görüşmüştür' diyebildi. Başka bir zaman ise ‘Oslo görüşmeleri tekrar başlayabilir' diyerek, birbiriyle tezat oluşturacak cümleler kurdu. Son seçimlere kadar çözüm süreciyle ilgili oldukça yapıcı bir söylem geliştiren Erdoğan ve AKP'liler, HDP barajı geçince tam tersi bir söylem içine girdi. Yıkıcı söylemleri bir yana, parti kapatma senaryoları bile konuşulmaya başlandı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, DTP ile ilişkilerde de zikzak çizdi. “Terör örgütünün uzantısı bir partiyle görüşmem.” diyen Erdoğan, bu kişilerle aynı masaya oturdu.

Bir giyilip bir çıkarılan Milli Görüş gömleği

Türkiye'nin siyasî; jargonunda sürekli değiştirilen bir gömlek hadisesi söz konusu. Bu gömlek değiştirme meselesini en çok gerçekleştiren parti AKP. Başlarda Milli Görüş gömleğini çıkardık demişlerdi fakat sonrasında oy alabilmek için din, pek çok kez siyasetin emrine tesis edildi. Medyaya namaz kılma görüntüleri servis edildi, mitinglerde Kur'an-ı Kerim gösterildi. Farklı görüş sahipleri dışlandı, ‘bizden' ve ‘bizden olmayan' ayrımına hız verildi. Kutuplaştırıcı bir dil kullanıldı. Milli Görüş'ün temsilcisi olan siyasî; partilere müdahale edilerek içten parçalanması için çalışıldı.

Parti kapatma mağduriyetinden parti kapatma mağrurluğuna…

Aslında en trajik maddelerden biri bu. Parti kapatma gibi mağduriyetin had safhaya çıktığı bir konuda yine bir partinin kapatılma konuşmalarının gündeme gelmesi pek de iç açıcı bir durum değil. İşin garibi, bir zamanlar bu yasakçı zihniyetten belki de en fazla muzdarip olanların, aynı şeyi kendilerinin yapmaya çalışması. Parti kapatma ve dokunulmazlıklara dün karşıydılar, şimdi ise HDP engelini aşmak için dokunulmazlıklar meselesini tartışmaya açar hale geldiler.

‘Camiler ahır yapıldı' diye eleştirenler cami kapattı

Bir zamanlar CHP'nin camileri ahır yapması meselesi her İslamcının dilinde olan bir konuydu. Tarihsel gerçeklikler ve vesikalar göz önüne alındığında evet, CHP tarafından birçok cami, özünden farklı amaçlarla kullanılmıştı. Fakat işin tuhaf tarafı, yıllar 2015'i gösterdiğinde, yine bir cami kapatma hadisesi ama bu sefer başrolde AKP var. Mevzu kısaca şu: Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kütahya'da cuma namazı için gittiği Ulu Cami'de namaz çıkışı gurbetçi vatandaş Mevlüt Dönmez'in, “Sayın bakanım, Kütahya'da 36 yıllık camiyi neden kapattınız? Ben Kur'an okumayı orada öğrendim.” sorusuyla karşılaştı. Bunun üzerine Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, “Kapatılan camide İsrail uşaklığı öğretiliyor, ben kapattım. Ona söyleyin. Hainlerin tüm müesseselerini kapatırım, kapatacağım.” dedi. Böylelikle cami bayraktarlığı yapan bir parti döneminde cami kapatılmış oldu.

AB ile yola çıktılar Şanghay Beşlisi'ne döndüler

İktidarının ilk yıllarında askerî; vesayete karşı mücadele veren AKP'nin hedefi, AB'ye tam üyelikti. Nitekim bu yönde müzakerelerin başlaması için yapılan anlaşmanın altına da Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan birlikte imza attı. Önceleri, “ AB'ye giremesek te Kopenhag kriterlerini yerine getireceğiz.” diyen, hedefin tam üyelik olduğunu söyleyen Erdoğan, sonrasında, “Eyyyy Avrupa Birliği, AB önce kendine baksın.” demeye başladı. Ve yönünü Rusya, İran ve Çin'in başını çektiği Şanghay Beşlisi'ne çevirdi. Putin'e giderek, “Bizi Şanghay Beşlisi içine alın, biz de AB'yi unutalım.” dedi.

Tevazudan şatafata

AKP'nin neredeyse bütünü, iktidarlarının ilk dönemlerinde ‘milletvekilleri lojmanda oturmayacak, halkın arasında olacak' şiarıyla hareket edeceklerini dile getirmişti. Fakir sofrasına misafir oldular, halkın içinden gelmekle övündüler. Fakat sonrasında resmi rakamlara göre bin 150, gayri resmi rakamlara göre 2 bin odalı lüks saraya geçtiler. Tevazu derken şatafata döndüler. Geçmişte söylenenler unutuldu. Tek bir bardağı bin lira olan bardaklarda içecekler içilmeye başlandı.

Dün hizmet erleri, bugün terör örgütü!

Bazen iyi ki arşivler var diye düşünüyor insan. Geçmişte söylenenlere bakıldığında birbirine tezat olan ne kadar da çok şey var. Televizyonlarda, stadyumlarda ve pek çok yerde methiyeler düzülen kişilere ertesi gün terörist, haşhaşi, sülük, sahte peygamber ve daha bir sürü hakaretler sıralanabiliyor. Devletin bütün imkânları kullanılarak, hak ve hukuk gözetilmeksizin toplumsal bir yapıya saldırılabiliyor. Bunu yaparken kendilerine taraftar buluyor, bu taraftarlarla şiddeti daha da artırabiliyorlar. Lakin beşer unutsa da tarih bunları unutmuyor. Dün başka, bugün başka diyenleri tarih yazıyor ve bunlar arşivlerdeki yerini alıyor. Bakalım bugün cemaat için haşhaşi, virüs gibi pek çok şekilde hakaret edenler, dün ne diyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yaşatmak için mübarek bir ideal uğruna, ölmek için yola çıkmış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum.” diyerek selamlıyordu Türkçe Olimpiyatları'ndaki insanları. Bekir Bozdağ, “Yurtdışındaki Türk okulları Türkiye'nin şanıdır, Türkiye'nin gururudur. Bizim gönüllü büyük elçilerimizdir.” diyordu. Başbakan Davutoğlu'nun o günkü düşünceleriyse şöyleydi: “Bugün burada gördüğümüz kızlarımız, çocuklarımız yeni bir dünyanın müjdecisidirler. Aslında medeniyetler ittifakının tek başına vicdanını da oluşturuyorlar.” Bülent Arınç ise şunları söylüyordu: “Bütün bir siyasî; hayatımın hülasasını bir tarafa koysanız ve ikiyle çarpsanız, şu çocuklar için yapılan hizmetin yanında sıfır derecesinde kalır.”

‘Esad kardeşim'den büyük düşmanlığa...

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar Esed arasında su sızmazdı. Devlet olarak ilişkilerin iyi olması bir yana, aileler arasında da bir hukuk gelişmişti. Şam ve İstanbul, iki kardeş şehir iken sonradan düşman haline geldiler. Şam'da cuma namazı hayalleri kurulmaya başlandı. Bu hayal uzun sürmedi ve arkada yüz binlerce ölü ve milyonlarca yersiz yurtsuz insan bırakıldı. Bakalım Erdoğan, o yıllarda Esed ve Suriye için neler söylemişti: “Biz geldik, Esad kardeşimle oturduk, Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik mi? Evet. Her alanda işbirliğine gittik mi? Evet. Suriye ile Türkiye arasındaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı? Evet. Suriye ile aramızdaki vizeleri kaldırdık mı? Ona da evet. Şimdi benim Gaziantepli kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, istediği gibi Halep'e, Şam'a gidiyor.” AKP'nin ‘komşularla sıfır sorun' politikası da neredeyse bitti zira iyi ilişkilerimizin olduğu komşu kalmadı.

Başkanlık: Emperyalizmin dayatmasıydı, biricik hayalleri oldu

Geçtiğimiz seçim sürecinin en çok konuşulan konularından biriydi başkanlık sistemi. Geçecek miyiz geçmeyecek miyiz, Türkiye için iyi mi kötü mü tartışmaları yaşadık. Fakat AKP'nin bu konuda da bir çarkı var. Birkaç yıl önce Erdoğan, “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesi.” diye konuşurken daha sonra, “Başkanlık sistemi konusu, partimizin yönetim sistemi noktasındaki teklifidir. Yani, yürütme noktasında bizim öyle bir teklifimiz var. Siz kabul edersiniz, etmezsiniz ayrı bir konu. Bu müzakere edilsin, tartışılsın.” diyerek tarihi bir U dönüşüne imza atmıştı. İki yıl önce ise Bekir Bozdağ, “Türkiye eninde sonunda başkanlık sistemine geçecek.” demişti.

BUNLAR DA BONUSLAR

Bir parti 13 yıl iktidarda kalırsa elbette ki çizdiği zikzaklar bu kadarla sınırlı kalmaz. Nitekim AKP daha birçok konuda yaptığı dönüşlerle dikkat çekti. İşte ilk 10'a giremeyen bonuslardan bazıları...

Bedelli askerlik:“Parası olan var, olmayan var, parası olana git kullan, olmayana sen de git askerlik yap diyemezsin. Bunu adalet terazisine oturtmak gerekir. Biz bu yola çıkarken kimsesizlerin kimi, sessiz yığınların sesi olarak yola çıktık.” diyordu Erdoğan. Ancak kendisinin döneminde iki kez bedelli askerlik kanunu çıktı.

Özel hastane kuyrukları: Özel hastaneleri ücretsiz yaptılar, devlet hastanelerinde kuyruk bekleme dönemi bitti. Ancak bir süre sonra özel hastanelerde kuyruklar başladı, katkı payları cüzî; miktardayken yapılan zamlarla özel hastanelere gitmek zorlaştı. Yani parası olmayan yine gidemiyor. Acil servise gitseniz bile film ya da röntgen çekmek için sizi uzman doktora yönlendirerek para alıyorlar.

Kıbrıs kimin? Kıbrıs'ta çözümden yanaydılar. Kıb­rıs Türk hal­kı­na An­nan pla­nı için “Yes be an­ne­m” de­dirt­ti­ler. Sonrasında ise karşı çıktıkları Rauf Denktaş çizgisine, Derviş Eroğlu çizgisine döndüler. Çünkü Mehmet Ali Talat gibi birleşmeden geçtiğine inanan ve geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile ayrı düştüler.

Kırmızı kitap: AKP'nin intikam uğruna kuruluşundaki ruha ihanet ettiği alanlardan biri de ‘Kırmızı Kitap' ın meselesi. İlk yıllarında Kırmızı Kitap'ın varlığına karşı duran bir tavır sergilerken, şimdi kendilerine karşı gördükleri herkesi bu kitaba dahil etme uğraşı içindeler. Kırmızı Kitap'a göre politikalar üretiliyor, kendileri gibi olmayanlar bununla yıldırılmaya çalışılıyor.

Üstünlerin hukuku: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli tekrar ettiği sözlerden biridir, ‘üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü'. Fakat görünen köy kılavuz istemiyor. Bugünün Türkiye'si bu sözün tam tersi durumunu yansıtıyor. Kendilerinin ihtiyaç duyduğu zamanlarda hukuk vurgusunu dillerden düşürmezken, güç sahibi olduktan sonra hukuk tanımazlıkta çığır açtılar.

‘Tek parti'den tek adama: AKP iktidarının dilinden düşürmediği ve eleştiri oklarını sürekli üzerlerine gönderdiği bir dönem vardır: CHP'nin tek parti iktidarı. O dönemin zulümleri ve haksızlıklarını sürekli tekrarlarlar. Fakat şimdi geldikleri nokta o dönemden pek de farklı değil. Tek parti sistemini eleştirenler, tek adam sistemine hapsoldu. Herkesin bir kişinin ağzının içine baktığı sisteme evrildiler.

Demokrasi araçtır: Parti kapatma, Ergenekon ve Balyoz gibi dava süreçlerinde demokrasiyi bir araç gibi gören zihniyete karşı demokratik değerleri savunan Erdoğan, sonrasında bu değerlerden bir bir vazgeçti. Tabiri caizse bir güç zehirlenmesi yaşadı ve demokratik değerlerden uzaklaştı. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görmesi bunun en büyük göstergesi.

MGK'nın yetkisi: 13 yıllık iktidar döneminde 12 Eylül rejiminin en önemli kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu'nu (MGK) kaldırmayan AKP ve Erdoğan, yargıyı da ‘MGK'laştırdı. Geçmişte iktidar olmadan önce MGK'yı kaldıracaklarını, MGK'nın karar merci olmadığını söyleyen Erdoğan, şimdilerde ise MGK kararlarını kutsayacak açıklamalar yapıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder