25 Ağustos 2015 Salı

de ki işte (anlama-rayış), Oruç Aruoba

de ki işte, Oruç Aruobade ki işte, Oruç AruobaHAZIRLANMABirgün güçlü bir zamk alırsın,eve gider, kitaplığını boşaltıpkitaplarını üstüste yere dizer,sonra, her bir yığındakilerisırayla, teker teker alıpsayfalarını birer birerbirbirine yapıştırırsın, yineüstüste yere dizersin.Ertesi gün -zamk iyicekuruyunca- kitaplarını eskiyerlerine yerleştirirsin. Yine,aynı gün (ikinci, yani),daktilonun tuşlarını birerbirer sökersin, bir torbayadoldurur, dışarı çıkar,torbayı sokaktaki çöpkutusuna atarsın.O akşam, bütün kalemleriniçalışma masanın üstünedizersin, sonra, teker tekeralıp, dünden kalan zamkla(büyük bir kutu olmalı)mürekkep haznelerini iyice doldurursun (gerekiyorsa;sökülmüyorlarsa, haznelerdeküçük birer delik açabilirsin),yine, masaya dizersin-onların kurumaları iki günsürer.Bu arada (üçüncü gün, eviiyice tarayarak, bütünkağıtları, defterleri,bloknotları, not kartlarını,vb. (ajandalar dahil)toplarsın, çalışmaodasında, yere üstüstedizersin (farklıbüyüklüktekilerle farklıyığınlar oluşturabilirsin).Sonra her birini birer bireralıp, bir makasla (çok keskinolmalı) her bir yaprağı yada sayfayı ince şeritlerhalinde (1/4 cm kadarende) keser, şeritlerimasaya dizersin. - Bu iş deiki gününü alır.Dördüncü günün akşamı,gider, sokak kapısınıiçeriden kilitler (evdesenden başka kimseyoktur), anahtarıpencereden dışarı atarsın.Sonra, kitaplıktan ensevdiğin üç kitabı seçer,alır, çalışma masanınüstüne koyar, iskemleyeoturur, gözlüklerinitakarsın.Şimdi okuyup yazmayahazırsın.DOSTLARI ARAMABir sabah kendine koyu birkahve koyarsın, sıgaratablasını boşaltır, yeni birsıgara paketi açar, bir taneyakar, telefonu önüne çekipdefterini açarsın, - A'danbaşlayarak, sırayla-dostlarını aramağa başlarsın.Özellikle dikkat edeceğin, oanda orada (o numarada) olmaolasılıklarının yüksekolmasıdır; büroları sabah(öğleye kadar) ve öğledensonra; evleri de akşamilerledikçe ararsın-yurtdışındaki dostların için desaat farklarını hesaplarsın.Bu arada, kahven bittikçeyeniler, sıgara tablası doldukçaboşaltır, sıgara paketiboşaldıkça da, yenisiniaçarsın.Her seferinde, numarayıçevirir, düşmesini bekler(bazıları zor; ancak birkaççevirişte düşer), ilk zil sesibitince de telefonu kapatırsın.Sonra, "Yok" dersin-sonra, "O da yok"-sonra, "İşte, o da"-hep, "Yok" dersin.Dostlarınla dolu bir güngeçirirsin.YOLCULUĞA ÇIKMABirgün gider, bir seyahatacentasından, uzak biryere, tek-yön bir biletalırsın - o akşam kalkanbir uçağa.Eve döner, gardrobunuaçar, yanında götürmengereken gömlekleri,pantalonları (gerekiyorsa,kazakları, yelekleri,ceketleri, paltoları) çıkarır,yatağın üstüne serersin.Bunlara yetecekbüyüklükte bir bavul seçip,en alta ayakkabıları (yükodasından; naylon torbalarıiçinde), sonra giysileri;pantalonları, gömlekleri...,en üste de iç çamaşırları, çorapları (çekmeceden;bohça içinde) yerleştirir,bavulu kaparsın.Başka bir -daha küçük;belki omuzdan asma-çanta seçer, çalışmaodasına gider, götürmengereken kitapları,defterleri, kalemleri, vb.seçersin - en sevdiğin, oarada okuman gereken altıkitap, o sırada yazdığın, oarada yazman gerekeniki-üç defter, kalemlerin,bir miktar kağıt (zarflariçinde), vb.Bavulun ve çantan hazırdır.Sen de yolculuk ilegideceğin yerin gerektirdiğibiçimde giyinirsin. Uçağınkalkış saati yaklaşırken,telefona gider, saatinebakarsın; beklersin.Tam kalkış saati, dakikasıgelince, ahizeyi kaldırır,havaalanına gitmek içintaksi çağırırsın.Tam vaktinde oradaolacaksın.KURUYEMİŞLİ YAZMABir akşam kuruyemişçiyegider, kuruyemiş alırsın."Ayrı mı olsun, karışık mı?"diye sorar satıcı. "Karışık"dersin : biraz beyaz leblebi,tuzlu fıstık, badem, Şamfıstığı (kabuklu; kabuksuzuçok pahalı), biraz da fındık-tuzla kavrulmuş.Satıcı kesekağıdını doldurur,sallar, içindekileri iyicekarıştırır.Evde, kesekağıdını büyücek(yeterli büyüklükte) bir-cam- kaba boşaltır, içkinikoyar, çalışma masanaoturursun.Önce leblebileri teker tekerötekilerin arasından seçer,avucunda toplarsın - biryandan yer, bir yandaniçersin (-bir yandan dayazacağını düşünürsün).Kapta hiç leblebikalmadığından emin olunca(iyice karıştırırsın kabı, eminolmak için; emin olmalısın),fıstıklara geçersin, onları dateker teker seçer, toplar, birerbirer, kabuklarını kültablasına ayıklayarak  yersin;onlar bitince (iyice emin ol),bademleri, onların da kabuklarını  ayıklayarak(hepsi ayıklanmaz;ayıklanmayanlarını öyle,kabuklu yersin; sonraŞam fıstıklarını seçer(kabuklarını tırnağınlaaçarak (kabuklarıaçılamayanları kültablasına atarsın) - o arada,yazacağını düşünmeye epeyuzun aralar verirsin); en sonda, pek sevmediğinfındıkları yersin; zaten yalnızonlar kalmıştır kapta; onlarıayıklaman da gerekmez -bu arada içkin de bitmiştir.Yaşamı anlamayabaşlamışsındır.(-Şimdi ne yazacağınıbiliyorsun.)

Fikret Hakan: Kara listeye alındığım için ekranda görünemiyorum

Fikret Hakan'ın hayatının merkezinde iki şehir var: İstanbul ve Bodrum. Kışın İstanbul'da, yazın Bodrum'da. 30 yıldır böyle. İki farklı hayat, iki farklı dünya… İstanbul hayatını iyi kötü biliyoruz, ötekini Bodrum'daki evinde kendisinden dinleyelim.

Bodrum'a hangi aralıklarla geliyorsunuz?

Bu yıl Haziran'ın 19'unda geldim Göktürkbükü'ne. Kiracımız vardı, çıkarken evi batırmış. Elden geçiriyoruz, seneye açılması için… Herhalde ekim sonuna kadar buradayım. İstanbul'a gidince ne yapacağım, çalışacak değilim.

Bodrum'a ilk inişiniz ne zaman oldu?

İlki 1969. Gezmeye gelmiştim, Paralı Askerler filmi için... Londra'ya gitmeden önce ‘Bodrum diye bir yer var, mutlaka git' demişlerdi. O zaman minicik bir yerdi. Geldik, bulaştık, bir daha da kurtulamadık.

Kök salma fikri ne zaman oluştu?

Zaman içinde. Bir gün balık yemeğe gelmiştim, Kahveci Sabri'nin yerine. Şimdi restoran işi yapıyor. O dedi ki bana: “Ya Fikret hoca senden bir ricam var. Yeğenim evlenecek, parası yok. Tepede Rum evlerinin olduğu yerde, 313 metrekare güzel bir arsası var. Arsayı al, 2 bin 500 TL ver, gerisini senet yapalım.” Pekala, dedim. Böylece aldık, yıllar yılı kaldı. Sonra burada yaşayan arkadaşlarım, ‘Evi yap, buranın yerlisi ol.' dediler. Yaptık, iyi ki de yapmışız. 30 yıldır her yaz buradayım.

Gelip gideniniz çok mudur?

Çok oluyor. Hatırla(ma)yan, arada bir gelip merhaba diyen oluyor. Gelenlerin çoğu eski mahalle arkadaşlarım. Göztepe'deki komşularım yazlıklarına geçerken uğruyorlar. Rahmetli Ekrem (Bora) buradayken birkaç defa görüştük. İzzet (Günay) buradaymış ama evi elden geçirmeye çalıştığımdan arayamadım daha. 1950 kuşağı olarak kimimiz öldük, kimimiz dağıldık. Herkes bir köşede. En eski kuşaktan kalan iki kişi var. Önce Eşref (Kolçak), sonra ben. Uzak olduğumuz için de pek görüşemiyoruz.

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Geç uyuyan biriyim. Ne zaman uyanacağım hiç belli olmuyor. Ancak havası temiz, güzel olduğu için 5-6 saatlik uyku yetiyor. Her gün gazete getirtiyorum, haberler okuyorum, sonra müzik dinliyor, kitap okuyorum. Bazen Gümüşlük'e bazı arkadaşlarımıza tavla oynamaya gidiyoruz. Öyle… İyi oluyor. Çoğu karı koca, yaz kış buradalar. Yazın bir hayli hareketli ama kışın çok tenha. Sezon bitiyor, dükkanlar, restoranlar kapanıyor, bütün tekneler gidiyor. Yerleşik yaşayanlar dışında kimse kalmıyor.

Siz ne zaman demir alıyorsunuz?

Sezon bittikten sonra İstanbul'a geçiyorum. Maltepe ile Kartal arasında yerimiz, Dragon Sahil Sitesi. Mahallemiz güzeldir, insanları düzgündür. Yaşayıp gidiyoruz işte. İstanbul tarafına da çok mecbur kalmadıkça inmiyorum. İndiğin zaman yürüyemiyorsun ki. Onun için Anadolu karşıdan çok daha iyi.

Tiyatro sahnesine çıkacağım

“Bu yıl tiyatro yapmak istiyorum. Elimde iki kişilik bir oyun var. Bir erkek ile kadının yıllar sonra yaşadığı hesaplaşmayı konu ediniyor. Enteresan bir hikâye. Bu saatten sonra tiyatro kurmak istemiyorum. Belediyeyle, Maliye ile uğraş, sahne bul, zor… İstanbul'da herhangi bir tiyatroda konuk sanatçı olarak oynayabilirim.”

Hayatının merkezindeki şehir, baş ucu yazarı, en yakın dostu…

Şehir: İki isim veriyor: İstanbul ve Bodrum. İkisi bir elmanın iki yarısı gibi. Ekliyor: “Ne kadar bozulursa bozulsun İstanbul, İstanbul'dur. Dünyada başka bir örneği yok. Çocukluk, gençlik, orta yaşlılığımız hep bu kentin varoşlarında geçti. Bu şehirden nasıl vazgeçilir?”

Yazar: Sadece oyuncu değil, aynı zamanda yazar, şair bir usta mevzubahis olunca isimler daha değerli oluyor. Gölgesine sığındığı yazarlar Rusya'dan: Tolstoy, Gorki ve Dostoyevski. Bu üçlüyü hocası olarak tanımlıyor. Dramayı ve tiyatroyu öğrenmesine yardımcı olan isimler ise Shakespeare ile Moliere. Yerli yazarlar Adalet Ağaoğlu'ndan Yaşar Kemal'e uzanan geniş bir liste.

Şair: Son şiir kitabı Eski Biri geçtiğimiz yıl Necati Cumalı Şiir Yarışması özel ödülünü aldı. Ödüllü şairin yaslandığı çınar Shakespeare: “İngilizlerin yetiştirdiği tek isim, dünyadaki tek övünç kaynağı.” Şiire başlarken etkilendiği isimler Faruk Nafiz Çamlıbel, Ahmet Haşim, Yahya Kemal. Hececilerden Garipçilere şiirlerinde iz bırakan çok isim var ama en son kalıcı etkide bulunan Sezai Karakoç, Turgut Uyar, Cemal Süreya.

Yemek: Yapmayı değil, yemeyi seviyor. Mutfakta hiç başarılı değil, özel bir yöre mutfağına ilgi duymuyor. Denizden babam çıksa yerim, diyenlerden: “Deniz mahsulleri oldu mu elim ayağım kesilir.” Yemekle arası en iyi dostu kim peki? “Rahmetli Sadri (Alışık) mutfakta iyiydi. Çok iyi salata yapardı. Setlerde ender de olsa öğle yemeklerinde kaçamak yapardık. Osman Seden gırtlağına çok düşkündü. Öyle ayarlardı ki, öğle yemeğine Sarıyer'e balıkçıya götürürdü bizi. Çok geyik bir adamdı, pırıl pırıl.”

Dost: İzzet Günay. Düzgün bir insan olduğu için: “Sessiz sedasız yaşayan, gösteriş numarasına girmeyen, düzgün biri. En çok ona güvenirim. Bir de rahmetli Ekrem Bora'yı çok severdim. Ayhan (Işık) da kaliteliydi.”

Bir dönem-aşk romanı yazmaya başlayacağım

En son sinema tarihi kitabı çıkarmıştınız. Devamı geliyor mu?

İkincisini hazırladım. 55 yıl boyunca biriktirdiğim belgelerden oluşturduğum bir çalışma. İyi bir asistanla 3 yılda hazırladık. A4 formatında bin sayfalık iki cilt. 1914'ten Yeşilçam'ın batışına kadarki süreci inceliyor. Ayşe Kulin'den Yaşar Kemal'e 20. yy'da Türk edebiyatına katkısı olan edebiyatçılarla yapılan röportajlara yer verdik. Yapılan dedikoduları, akademik tartışmaları kullandık. Her şeyiyle tamamlandı, belleğin içerisinde müşterisini bekliyor.

Kurmaca hikâye yazma düşünceniz var mı?

Ortalığı düzenleyeyim, bir nehir romanı yazmaya başlayacağım. İki kadın bir erkek üzerinden ilerleyen bir aşk-dönem romanı… 60'lı yıllarda İstanbul'un sanat çevresini, ilişkilerini anlatan bir nehir roman… Ömrü vefa etseydi, o dönemdeki edebiyat çevresini Orhan Kemal çok güzel yazardı. Ama genç yaşta öldü. Bilebildiğim kadarını anlatacağım. Bu fonda Cihangir, Beyoğlu, Nişantaşı odaklı bir çalışma olacak. Bakalım.

İşlerine gelince paşasın!

Gözden ırak olunca gönülden de ırak olunuyor mu?

Eski dostları unutmuyorsun ama arada bir hatırlıyorsun. Son dönemde kendimi bilinçli olarak geri çektim. Dizi yapan kanalların büyük çoğunluğu Erdoğan'ın emrinde. Onlar bana iş vermiyor. Çalışabileceğim iki kanal var: Biri Fox, Amerikalıların kanalı. Diğeri Samanyolu. Arada oradan uygun bir şeyler olursa çağırıyorlar. Fox'ta uygun bir şey çıkmıyor. Çıksa, çağırırlar.

Erdoğan'a yakın kanallarda neden yer bulamıyorsunuz?

Beni cezalandırıyor. 4-5 yıl önce Ankara'dan bir telefon geldi, Maliye Bakanı'ndan (Mehmet Şimşek). Emir vererek, ‘Şu tarihte şurada olun, şu toplantı yapılacak' dedi. Fena halde giydirdim ona. Kadıköylülere karşı mahcup durumdasınız. Bostancı köprüsünden gelen yolu, demiryoluna kadar getirip bıraktılar. Yapmaları gerekip yapmadıkları başka şeyleri de söyledim. Bunun üzerine ‘asi çocuk' ilan edildim. O günden beri iş alamıyorum.

İşlerin kesilmesinin sebebinin bu olduğunu nereden anladınız?

Başka arkadaşlarıma da aynı şeyi yaptılar. Yavuz Bingöl, Kadir (İnanır) gibi arkadaşlar iyi geçinen oldular. İşlerine geldin mi paşasın, gelmedin mi işler böyle ilerliyor. İlk başlarda bir-iki yıl uyumuşum. Sonra baktım ki bu kanallardan beni arayan kimse yok. Birkaçıyla konuştum, lafı çevirdiler. Nihayetinde kara listeye alındığımız ortaya çıktı. Şu anda bir sinema filmi projesi var, senaryosu yazılan. Kışa doğru çekilecek gibi. Onun dışında ufukta görünen bir şey yok.

20 Ağustos 2015 Perşembe

Çorak Ülke, T.S. Eliot

ÇORAK ÜLKE `Nam Sibyllam quidem Cumis ego ipseoculis meis vidi in ampulla pendere,et cum illi pueri dicerent: Sibulla ti thelis;respondebat illa: apothanein tehelo.' (1)Ezra Pound içinil miglior fabbro (2) I. ÖLÜLERİN GÖMÜLÜŞÜ Nisan en zalim aydır, gövertirLeylakları ölü toprakta, yoğururAnılarla istekleri, uyarırUyuşuk kökleri bahar yağmuruyla.Kış, sıcacık tuttu bizi, örterToprağı unutkan karla, sürdürürKısır bir hayatı kuru köklerle.Yaz şaşırttı bizi, Starnbersee'ye gelinceDeli bir sağnakla; sığındık sıra kolonlara,Derken yeniden güneş, uzandık Hofgarten'a,Birer kahve içip konuştuk bir saat kadar.Bin gar keine Russin, stamm' aus Litauen, echt deutsch. (3)Ve çocukluğumuzda, arşidüklerde kalırken,Yeğenimgillerde, kızakla gezdirirdi beni,Ve ben korkardım. Ama o, Marie, derdi,Sıkı tutun Marie! Ve yamaçtan kayardık.Dağlardaysan, orada özgür bulursun kendini.Çoğu geceler okurum, kışın da güneye giderim.Hangi kökler kavrar, hangi dallar bezerBuradaki taş yığınını? Ey insanoğluBunu bilemez, sezemezsin, çünkü bildiğin yalnızBir kırık putlar yığınıdır ki güneşte kavrulurVe ona ne ölü ağaç gölge, ne cırcırböceği erinç,Ne de kuru taş su sesi verir. YalnızBurası gölge, altı bu kızıl kayanın,(Sığın gölgesine bu kızıl kayanın),Ve ben öyle bir şey göstereceğim ki sana,Ne seni durmadan izleyen sabahki gölgendir,Ne kalkıp seni karşılayan akşamki gölgendir,Sana korkuyu göstereceğim bir avuç tozda. Frisch weth der Wind Der Heimat zu Mein Irisch Kind, Wo weilest du? (4)"Bana sümbülleri ilk verişin bir yıl önceydi,Sonra sümbül kız koydular adımı."- Ama döndüğümüzde, gün sonu, sümbül bahçesinden,Kolların dolu, saçların ıslak, bir türlüKonuşamadım, gözlerim de seçmedi, sankiNe diriydim, ne ölü, ne de bir şey biliyorum,Sırf bakıyordum ışığın gözüne, sessizlik.Oed' und leer das Meer. (5)Madam Sosostris, şu ünlü falcı,İyice üşütmüştü kendini amaEn akıllı kadın diye bilinir Avrupa'daElinde bir deste hayın kağıtla. İşte, dedi,Senin kağıdın, boğulmuş Finikeli gemici,(Şu inciler onun gözleriydi bir zamanlar, Bak!)İşte Belladonna, Kayalıkların Ecesi,Durumların ecesi.İşte üç değnekli adam, işte Çarkıfelek,Ve işte tek gözlü tüccar, bu kağıda gelince,Bu boş kağıt, tüccarın sırtındaki şeydir,Onu da görmem yasaktır. Peki neredeAsılmış Adam! Suda ölümden sakın.Kalabalıklar görüyorum halka olmuş yürüyor.Falınız tamam. Sayın Mrs. Equitone'u görürseniz,Deyin ki yıldız falını kendim getiririm:Öyle zamandayız ki su uyur düşman uyumaz.Düşçül Kent,Kirli sisi altında bir kış sabahının,Bir kalabalık aktı Londra Köprüsünden, sürüyle,Ummazdım, ölüm çökertsin insanları sürüyle.Duyulan, kesik ve seyrek, iç çekişlerdi,Ve gözleri kendi adımlarındaydı her adamın.Aşıp tepeyi aktılar King William CaddesindenSaint Mary Woolnoth Kilisesine, kulede çanÖlü bir sesle tınlarken son vuruşunda dokuzun.Bir tanış görüp durdurdum haykırarak, "Stetson!"Sen ha! Gemilerdeki yoldaşım benim, Mylae'de!"Şu ceset, bıldır diktiydin ya bahçene,"Filiz verdi mi? Bu yıl durur mu çiçeğe?"Yoksa o beklenmedik don bozdu mu tarhını?"Öyleyse uzak tut köpeği, insanların dostudur,"Yoksa tırnaklarıyla kazıp çıkarır gene!"Sen! hypocrite lecteur! - mon semblable, - mon frère!" (6) II. BİR SATRANÇ PARTİSİ Kadının koltuğu, yaldızlı bir taht gibi,Çil Çil yansıdı mermerde ve ayna- Destekleri salkımlı asmalarla bezenmişBirisinden bir altın Küpidon baka kalmış,(Biri de gizlemiş gözlerini kanadıyla) -Çiftleyip alevlerini yedi kollu şamdanınYansıttı ışığı masanın üzerine, tam daYükselirken mücevherlerinin parıltısıÖbek öbek atlas döşeli kutulardan;Fildişi ve renkli camdan şişeciklere,Tapasız, sinmiş acayip, sentetik parfümleri,Macun, toz ya da sıvı - bunalttı, şaşırttıVe boğdu duyuları kokularla; tedirgin olupPencereden gelen esinle, kokular yükseldiBesleyerek upuzun alevlerini şamdanınVe savurdu dumanları bölmeli tavana,Tedirgin edip desenlerini oymalı tavanın.Geniş kızılağaç kaplama, renkli taşlarla çevrili,Bakır kakmalı, bir yeşil, bir turuncu yanıyorVe bu içli ışıltıda oyma bir yunus yüzüyordu.Antik şömine üstündeki tabloda anlatılan,Sanki bir pencereydi ormana açılan,Değişimiydi Philomel'in, o barbar kralınOnca zorladığı; ama bülbül kesilmiş orda,Sarmıştı tüm çölü kirletilemez bir sesle,Ve hala ağlıyordu ve dünya hala o yolda,"Cik cik!" kös dinlemiş kulaklara.Ve zamanın öbür solgun artıkları daAnlatılmıştı duvarlarda; ısrarla bakan biçimlerDört yönden sarkmış, eğilip susturuyordu odayı.Sürüklendi merdivende adımlar.Ocağın ışığında, fırçanın altında, saçlarıAlevli oklar gibi dağılmışIşıl ışıl konuşurken, artık zalimce susacaktı."Sinirlerim bozuk bu gece. Çok bozuk. Gitme kal."Bir şeyler anlat. Neden konuşmazsın hiç. Konuş."Ne düşünüyorsun? Ne düşüncesi bu? Ne?"Ne düşünürsün böyle bilmem ki hiç. Düşün bakalım."Sanırım biz dönekler geçidindeyiz,Ölü adamlar orda yitirmişti kemiklerini."Nedir bu gürültü?" Eşikten esen yel."Peki ya bu gürültü? Zoru nedir bu yelin?" Hiçbişey gene hiçbişey. "Bilmez"misin hiçbişey? Görmez misin hiçbişey? Hatırlamaz mısın"Hiçbişey?" HatırlarımŞu incilerdi adamın gözleri bir zamanlar."Diri misin, değil misin? Hiçbişey yok mu kafanda?" AmaO O O O şu Şekispiyerimsi cümbüş-Hem ne incelikNe yetkinlik"Ne yaparım şimdi ben? Ne yaparım ben?"Öyleyse hemen fırlayıp sürterim sokaklarda,"Saç baş darmadağın. Peki ne yaparız yarın?"Ve her günü Tanrının?" Sıcak su saat onda.Yağmur varsa, kapalı bir araba saat dörtte.Sonra bir el satranç oynayacağız,Kapaksız gözlerimiz kısılmış, kulağımız kapıda.Kocası terhis edildiğinde Lil'e dedim ki -Esirgemedim sözümü, hem yüzüne söyledim,VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZBak Albert dönüyor, çekidüzen ver kendine biraz.Bilmek ister n'aptın sana verdiği parayı,Dişlerini yaptırman için. Verdi, hem de yanımda.Gel çektir tümünü, Lil, güzel bir takım yaptır,İnan ki, demişti, yüzüne bakasım gelmiyor.Al benden de o kadar, dedim, Albert'ciği düşün bir,Dört yıldır askerdeydi, gününü gün etmek ister,Bunu sende bulamazsa, başkaları var, dedim.Ya, öyle mi dedi. Olabilir a, dedim.O zaman bir kapı bulurum, dedi, ama açık konuşsana.VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZO işten hoşlanmasan da dayanmalısın, dedim.Yok, yapamam, dersen, başkaları seçip kapar.Albert çekip giderse, bilir miydim? deme sakın.Utanmalısın, dedim, böyle yaşlı görünmekten.(Oysa ancak otuz birinde.)Elimden ne gelir, dedi, suratını asarak,Hep aldığım o haplar, düşürmek için, dedi.(Beş tane vardı, minik George'da az kalsın ölüyordu.)Ezzacı her şey düzelir, dedi, ama nerde eski halim.Sen eni konu aptalmışsın, dedim,Ya Albert rahat bırakmazsa, sil baştan, dedim.Çocuk istemiyordun da niye evlendin?VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZNeyse, Albert geldi o pazar, sofrada sıcak domuz budu,Yemeğe bırakmadılar beni, tatmalıymışım sıcacık -VAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZVAKİT TAMAM, BEYLER, KAPATIYORUZİğgeceler Bill. İğgeceler Lou. İğgeceler May. İğgeceler.Haydi eyvallah. İğgeceler. İğgeceler.İyi geceler leydiler, iyi geceler sevimli leydiler, iyi geceler, iyi geceler. III. ATEŞ TÖRENİ Irmağın tentesi çökmüş: damar parmaklarıylaSon yapraklar kavrayıp gömülür ıslak setlere. YelArşınlar kavruk ülkeyi duyulmadan. Su perileri gitmiş.Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm.Üstünde ne boş şişeler, sandviç kağıtları,Ne ipek mendiller, karton kutular, izmaritler,Ne de başka izi yaz gecelerinin. Su perileri gitmiş.Ve dostları, kent kodamanlarının aylak mirasçıları,Gitmişler, adres filan bırakmadan.Leman gölünün kıyısında oturdum da ağladım.Nazlı Thames, usulca ak, bitinceye kadar türküm,Nazlı Thames, usulca ak, sessiz ve kısadır sözüm.Ama ansızın soğuk bir yel ve duyarım ardımdaKemik takırtıları ve kikirdemeler, kulaktan kulağa.Bir sıçan otların arasından usulca süzüldüYapış yapış karnını toprağa sürterek,Avlanırken ben durgun sularında kanalınHavagazı fabrikasının ardında, bir kış akşamı,Aklımda kral kardeşimin uğradığı deniz kazasıVe kral babamın ölümü, ondan önce.Aşağıda ıslak toprakta çıplanmış ak gövdelerVe basık ve kuru tavanarasındaki kemikleriYıllardır takırdatan ayaklarıydı sıçanların.Ama ben ardımdan, zaman zaman, duyarımKorno-motor seslerini ki getirirler nasılsaSweeney'i Mrs. Porter'a baharda.Ooo! Dolunay doğup üstüne parlasınMrs. Porter'la kızınınOnlar sodalı suda yıkar ayakların'Et O ces voix d'enfants, chantant dans la coupole! (7)Cik cik cikCık cık cık cık cık cıkOnca zorlanmışTereu (8)Düşçül KentBoz sisi altında bir kış öğlesininMr. Eugenides, İzmirli tüccar,Tıraşsız, bir cebi kuşüzümü dolu,CIF Londra: Belgeler para ödenince,Kaba bir Fransızcayla, ne dersin, dedi,Canon Street Otelinde öğle yemeğine,Sonra hafta sonu tatiline Metropole'de.Erguvanımsı saatte ki bakışlar ve sırtDoğrulur masadan ve insan makinesi beklerAvara çalışan, bekleyen bir taksi gibi,Ben Tiresias, iki hayat arası bocalayan, kör,Pörsük dişi memeli yaşlı adam, nasıl sezmem,Erguvanımsı saatte, akşam saatinde ki çırpınırYuvaya doğru, gemicileri yuvaya getirir denizden,Daktilo kız çay zamanı yuvada, sabah sofrasını tpolar,Sobasını yakar, düzenler hazır yiyecekleri masada.Pencerenin dışına korkusuzca astığıİç çamaşırları güneşin son ışınlarıyla yanar,Ve yığılmış üstüne divanın (geceleri yatağı)Çoraplar, terlikler, kombinezonlar, korseler.Ben Tiresias, pörsük hayvan memeli kocamışa yeterYeter de artardı bu sahne, gerisine gelince -Yolu gözlenen konuğu bekledim ben de.Adam, iğrenç suratlı bir gençtir, gelir,Sıradan bir emlakçı katibi, küstah bakışlı,Aşağı kesimden biri ki kurumlu hali sırıtırBir Bradford milyonerinin ipek şapkası gibi.Umduğu gibi, zaman en uygun zamandır,Yemek bitmiş, kadın oyalamaya çalışır,İstemese bile engel de olmaz kadın.Ateşlenmiş ve kararlı, adam hemen saldırır;Hiçbir engele rastlamaz yoklayan eller;Karşılık mı bekler adamdaki kör gurur,Kayıtsızlığı da hoş karşılar.(Ve ben, Tiresias, önceden acısını çekmişAynı yatak-divanda oynanan oyunların,Ben ki Thebai surlarına sırtımı dayamış,Yürümüşüm safında en aşağılık ölülerin.)Adam son bir öpücüğe daha kıyar,El yordamıyla iner ışıksız merdiveni.Kadın döner, bir an pencerede görünür,Sanki habersizdir aşığının gittiğinden,Kafasından puslu bir düşünce geçer:"Neyse bu da bitti, iyi ki bitti hem."Bir gün gelir düşer de yosma kadınYalnızken gene dolanırsa odasında,Eli saçlarına gider kendiliğindenVe bir plak koyar gramafona."Sulardaydım, bu ezgi çalındı kulağıma"Ve Strand boyunca, Queen Victoria Caddesine dek.Kent, ey Kent! arasıra duyarımLower Thames Caddesinde bir meyhanedenBir mandolinin hoşa giden dertlenişiniVe öğle yemeğindeki gürültüsüyle sohbetiniBalıkçıların ki orda yaşar duvarlarındaMagnus Martyr Kilisesinin,Büyülü görkemi İyon beyazıyla altın renginin.Irmağın terlediğiYağ ve katran,Mavnalar sürüklenirAlçalan sularda,Al yelkenlerDopdoluYelle, yelpirder koca serende.Mavnalar yıkarSürüklenen paraketeleriVarırlar Aşağı Greenwich'eKöpekler Adasından ileri. Weialala leia Wallala leialalaElizabeth'le LeicesterÇekilen kürekler,Teknenin kıçıYaldızlı deniz kabuğuAl ve altın,Sert soluğanlarYıkadı kıyıları,Güneybatı yeliÇan sesleriniAk kulelerin Weialala leia Wallala leialala"Tramvaylar tozlu ağaçlar.Highbury'denim. Richmond'la Kew idiBeni mahveden. Bir kanodaydı, dapdar,Richmond'un yanında kaldırdım dizlerimi.""Moorgate'in gediklisiyim ve gönlümkırık dökük. Her şey olup bitinceAğladı adam ve sözerdi 'yeni bir yarın'.Ses etmedim. Nemeydi benim gücenme.""Margate kumsalındayım.Bağlayamam kiHiçbir şeyi hiçbir şeyle.Ucu kırık turnakları kirli ellerin.Benim halkım gönülsüz halk, ummaz kiHiçbir şey." la laSonra vardım Kartaca'yaYanıyor yanıyor yanıyor yanıyorEy Tanrım Sen kurtar beniEy Tanrım Sen kurtaryanıyor IV. SUDA ÖLÜM Fenikeli Phlebas, öleli iki hafta olmadanUnuttu martı çığlıklarını, soluğanlarıve kâr ile zararı. Bir akıntı, deniz altında,Sıyırdı kemiklerini fısıltılarla. Yüksele alçalaYeniden yaşadı evrelerini yaşlılığıyla gençliğininKapılırken burgaçlara. Yahudi ol, olmaSen, ey çarkı çevirirken yelden yöne bakan!Düşün Phlebas'ı, o da yakışıklı ve boyluydu eskiden. V. GÖK GÜRÜLTÜSÜNÜN DEDİKLERİ Vurunca meşale kızıllığı terli yüzlereİnince dondurucu sessizlik bahçelereBaşlayınca can çekişme taşlık ülkedeBağıranlar ve ağlayanlarMapusane ve saraylar ve yankımasıGök gürlemesinin, bharda, uzak dağlardaO adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdürBizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruzSabrımız tükenmiş Burada su yok yalnız kaya varKaya ve susuzluk ve kumlu yolYol döne döne tırmanıyor dağlaraDağlar ki sırf kaya, su yüzü görmemişSu olsaydı durup içerdik birer birerKayalar arasında kim durur, kim düşünürTer kupkuru, ayaklarsa kuma gömülüHiç olmazsa su olsaydı arasında kayalarınKi ölü dağın çürük dişli ağzıdır, tüküremezKişi burda dikilemez, oturamaz, yatamazÜstelik sessizlik de yok bu dağlardaAma kuru kısır gök gürlemesi var, yağmursuz,Üstelik çile yerleri de yok bu dağlardaAma asık mor suratlar sırıtır ve hırlarÇatlak duvarlı evlerin kapılarından Su olsaydı Kaya olmasaydı Kaya olsaydı ama Su da olsaydı Ve su Bir pınar Bir gölcük kayalar arasında Hiç olmazsa su sesi olsaydı Değil ağustosböceği Ve türküyen kuru otlar Ama bir su sesi kayalardan Şakırken yalnızgezer ardıç kuşu orada çamlarda Şıp şıp şip şıp şıp şıp Ama ne gezer su Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?Sayınca bir sen varsın, bir de benAma ne zaman uzayıp giden ak yola baksamBirisi daha var daima yanında yürüyenAkıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,Bilemem artık erkek mi, kadın mı- Ama kimdir öbür yanında yürüyen? Yücelerden gelen şu ses de nedirAnaların yaktığı ağıdın mırıltısı,Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşırSonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,Hangi kenttir şu dağların üstündekiÇatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökteYıkılan kulelerKudüs Atina İskenderiyeViyana LondraDüşçülBir kadın uzun kara saçlarını gerdi eliyleVe zırıldattı tellerinde bir ezgiyiVe bebek yüzlü yarasalar erguvan ışık içreIslık çaldılar ve kanatlarını çırptılarVe kara bir duvardan aşağı sarktılar başaşağıVe havada tepetaklaktı kulelerÇalarak hatırlatan çanları ki saatleri vururVe boş sarnıçlarla kör kuyulardan yükselen türküler. Dağlar arasındaki bu kokmuş çukurdaSolgun ayışığında, otlar türkü yakıyorÇökmüş mezarlar üzre, kilise avlusundaBomboş bir kilise, yelin cirit attığı,Cam çerçeve yok, kapı gıcırdar durur,Kuru kemikler incitmez ki kimseyi.Sırf bir horoz kurulmuş çatı direğineKu ku riku ku ku rikuBir şimşeğin yalazında. Sonra çileyen bir boraYağmur getiren. Ganj cılızlaşmıştı ve bitkin yapraklarYağmur bekliyordu, kara kara bulutlarYığılırken çok uzaklarda, Himalayalarda.Cengel sinmiş, kamburlaşmıştı sessizce.Derken konuştu gök gürültüsü DA Datta: Verdiğimiz nedir?Dostum, tutkuyla titremekte yüreğim,Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı,Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu,Bununla ama sırf bu tutkuyla varoldukVe bu, ne ölüm ilanlarımızda izlenebilirNe iyiliksever örümceğin sardığı anılardaNe de mühür altında, sıska dava vekili kırarBomboş odalarımızda DA Dayadhvam: Duydum anahtarlarBir kez döner kapıda, ve yalnız bir kez dönerDüşünürüz anahtarı, herkes kendi zindanındaDüşünmekte anahtarı, bir zindanı onar herkesAncak akşam saatinde, göksel söylentilerBir an için umutsuz bir Coriolanus yaratır DA Damyata: Tekne yanıtladıNeşeyle, yelken ve kürekte usta ellereDeniz durgundu, yüreğin yanıtlayacaktıNeşeyle, çağrılsaydı bir, usulca atarakAltında yoklayan ellerin Oturmuş kıyıdaAvlanıyordum, ardımda çorak düzlükler,Topraklarımı işleyebilecek miyim hiç olmazsa?Londra Köprüsü yıkılıyor yıkılıyor yıkılıyorPi s'ascose nel foco che gli affina (9)Quando fiam uti chelidon - Ey kırlangıç kırlangıç (10)Le Prince d'Aquitaine à la tour abolie (11)Bu parçalarla yıkıntılarımı payandaladımYa, siza uyarım öyleyse. Hieronymo delirdi gene.Datta. Dayadhvam. Damyata. (12) Shantih shantih shantih (13)1922T.S. Eliot,Çeviren: "Eliot" Suphi Aytimur,"T.S. Eliot / Çorak Ülke, Dört Kuartet ve başka şiirler", Adam Yayınları. (1)Sibyl'i Cumae'de kendi gözlerimle gördümcam bir kavanoz içinde yaşıyordu,oğlanlar sorunca, "Sibyl ne oldu?"yanıtı hep şuydu, "Ölümü özlüyorum." Petronius'dan Satiricon, Bölüm 48(Çevirenin notu: Sibyl'e (kahin kadın) sonsuz hayat verilmiştir ama sonsuzgençlik değil. Yüzyıllar boyu kocadıkça gövdesi küçüle küçüle bir çekirgekadar kalır. Daha da büzülecek ama ölemiyecektir. Yani hem zamanın, hem dedoğum-ölüm-yeniden doğum halkasının dışına itilmiştir.) (2) Daha iyi usta (3) Hayır Rus değilim, Litvanyalıyım, Alman kökenli. (4)Dağlarından yurdunun Yel eser serin serinİrlandalım, çocuğumGurbet elde neylersin? R. Wagner (Tristan ile İsolde) (5) Boş ve ıssız gene deniz. R. Wagner (Tristan ile İsolde) (6) Sen! dönek okur! - benzerim, kerdeşim benim! C. Baudelaire (7) Ve ey çocuk sesleri, kubbelerde çınlayan! Verlaine (8) Tereu: Bülbül sesine öykünmede kullanılır. Tereus: Philomel'i kirleten kral. (9) Sonra kendilerini arıtan alevlere daldı. Dante, Araf (10) Ne zaman kırlangıç gibi olacağım. Pervigilium Veneris (11) Aquitane Prensi yıkık kulede Gerard de Nerval (12) Ver. Duyuları paylaş. Denetle. Upanishad'dan (13) Barış. Barış. Barış.

18 Ağustos 2015 Salı

Cevahir Yürekliler, E.Gökçe

CEVAHİR YÜREKLİLERZulümBayraklarınaKüfrettiğimizÇağdıFıratAkardıMunzurİnlerdiCiğerparemVeCevahirYüreklilerDahaSağdıVeMalatyaDağlarındaKebanDeresindeYabanKeçileriyleSeğirttimKurdaKuşaYemOldumBenHalkınUlusuydumYaniDoğdumYenidenŞimdiMorIşıklıAğuluBirKengerDikeniOldumVeYılanKemiğiBoğazlara...DönerHaDönerimŞimdiAlıcılarGibiDüşmanınİmanTahtasına...

Yakamozların en muhteşemi!

Göz alıcı yakamozlar insanı kendisinden alıp götürür. Sudaki bu muhteşem renk gösterisi bizi duygusal olarak etkilese de deniz canlıları için aynı şey geçerli değil.

Bu ürkütücü parlama tek hücreli Noctiluca scintillans isimli organizmaların oluşturduğu biyolüminesans (canlı bir organizmanın ışık üretimi) parlaklığıdır. Bu canlılar sadece rahatsız edildiklerinde titreşerek parlıyorlar. Olağanüstü bir güzelliği sahip bu parlama insanları etkilese de deniz canlıları için ölümcül olabiliyor.

Denizde dalga varsa, bir tekne geçtiğinde ya da suya taş atıldığında bu parlak ışığı görebiliyorsunuz. Onların ışığı Hong Kong kıyılarını vuran dalgalarda görülüyor.

Bu parlayan bu eşsiz manzaranın Lusiferaz ve substrat lüsiferin enzimlerini içeren ışık üreten bir kimyasal reaksiyonu olduğunu söyleyen İskoç Deniz Bilimi Derneği'nde görevli Prof. Dr. Keith Davidson, "Böyle bir biyolüminesansın faydası çok bilinmiyor, fakat bu canlıların avlarına karşı bir saldırı ya da yırtıcılara karşı bir yıldırma olabilir." diye konuştu.

Nitrojen ve fosfor içeren suni gübre, yakınlarındaki çiftliklerden denizlere bırakılır ve Noctiluca Scintillans parlamasına yol açar. Bu durum kendi başına zehirli olmazken, deniz suyuna amonyak salgılanır. Amonyak ise balıkları sinirlendirir ve onların solungaçlarının parlamasına neden olur. Bu nedenle balıklar parlayan kabartıların oluştuğu bu yerlerden kaçar.

Ancak bu tek hücreli Noctiluca Scintillans isimli organizmalar, bitkiler ve hayvanlar için ölümcül olabilir. Bilimadamları, bu türlerin orada yaşayan algleri öldürdüğünde ya da balık nüfusunu tehlikeye attıklarında bir ölü bölge oluşabileceğini düşünüyorlar.

15 Ağustos 2015 Cumartesi

Çocuksun Sen, A.Telli

ÇOCUKSUN SEN IDünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil  2 Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Çocuksun sen, çocuğumsun

AKP'nin 10 büyük çarkı

Siyasî; kariyeri başından sonuna kadar tutarlı bir şekilde ilerleyen bir lider ya da siyasî; oluşum var mıdır acaba? Türkiye'deki örneklere bakılırsa ‘evet' demek zor. Ülkeyi 13 yıldır yöneten AKP'nin bu süre boyunca yaptığı tutarsızlıklar o kadar çok ki. İşte akla ilk gelenler...

Siyaset öyle menem bir şey ki, bugün söylediğiniz şey dün söylediğinizi tutmaz. Tutarsızlıklar üzere yanardöner bir meslektir anlayacağınız. Konjonktür değiştikçe siz de değişirsiniz, değişmeniz gerekir. Diyalektiğin de bir kanunudur bu aslında. Her şey bir gün zıddına dönmeye mahkûmdur misali. Siyaset arenasında bu durumu fark edebilmeniz için birkaç ay yeter. Gözünüze bir siyasetçi kestirin ve onu birkaç ay boyunca takip edin. İlla bir yerden çark ettiğini göreceksiniz. Hal böyle olunca 13 yıldır iktidarda olan AKP'nin çark ettiği konular epey birikti. Birikmese siyaset üstü bir şey olurdu zaten. İşte AKP'nin 10 büyük çarkı…

Ergenekon meğerse bir masalmış!

Çok değil, yalnızca birkaç yıl önce Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında soruşturmayı yürüten savcı ve operasyonları yapan polislere methiyeler düzüyordu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AKP'liler. 17-25 Aralık yolsuzluk dosyalarının ortaya çıkmasıyla birlikte fikirleri değişti. Başbakanlığı döneminde, ‘Ergenekon'un savcısı' olduğunu söyleyen ve “Bu planları ortaya çıkartanları alkışlamamız lazım.” diyen Erdoğan'nın kurucusu olduğu parti, bugün TSK'ya kumpas kurulduğunu dile getiriyor. Sadece Erdoğan ile kalsa iyi. Pek çok iktidar temsilcisi de fikir değiştirdi, mesela Egemen Bağış. Birkaç yıl önce neler dediğine bakalım: “Türkiye, iki yıldan uzun bir süredir, Türkiye'deki demokratik sisteme karşı kökleşmiş planları ortaya çıkarmayı amaçlayan karmaşık ‘Ergenekon' davasını sürdürmektedir. Dava, hükümet dâhil hiçbir dış gücün kendilerini etkileyemeyeceğini veya engelleyemeyeceğini sık sık vurgulayan ‘bağımsız savcılar ve hâkimler' tarafından kovuşturulmaktadır.”

Kürt meselesini çözmek oylar gidene kadarmış

Türkiye'nin uzun yıllardır kanayan yaralarından biri Kürt meselesi. Son yıllarda çözüm süreciyle birlikte farklı bir yola giren bu mesele bugün itibarıyla yine tıkanmış durumda. Müsebbipleri arasında ise tabii ki devlet yetkilileri var. AKP'nin belki de en büyük çarkı oldu Kürt meselesine bakışı. Bir kere de değil, sürekli değişti. Misal, bir gün ‘PKK ile görüşen şerefsizdir' diyen Erdoğan, ertesi gün ‘Hükümet değil, devlet görüşmüştür' diyebildi. Başka bir zaman ise ‘Oslo görüşmeleri tekrar başlayabilir' diyerek, birbiriyle tezat oluşturacak cümleler kurdu. Son seçimlere kadar çözüm süreciyle ilgili oldukça yapıcı bir söylem geliştiren Erdoğan ve AKP'liler, HDP barajı geçince tam tersi bir söylem içine girdi. Yıkıcı söylemleri bir yana, parti kapatma senaryoları bile konuşulmaya başlandı. Dönemin Başbakanı Erdoğan, DTP ile ilişkilerde de zikzak çizdi. “Terör örgütünün uzantısı bir partiyle görüşmem.” diyen Erdoğan, bu kişilerle aynı masaya oturdu.

Bir giyilip bir çıkarılan Milli Görüş gömleği

Türkiye'nin siyasî; jargonunda sürekli değiştirilen bir gömlek hadisesi söz konusu. Bu gömlek değiştirme meselesini en çok gerçekleştiren parti AKP. Başlarda Milli Görüş gömleğini çıkardık demişlerdi fakat sonrasında oy alabilmek için din, pek çok kez siyasetin emrine tesis edildi. Medyaya namaz kılma görüntüleri servis edildi, mitinglerde Kur'an-ı Kerim gösterildi. Farklı görüş sahipleri dışlandı, ‘bizden' ve ‘bizden olmayan' ayrımına hız verildi. Kutuplaştırıcı bir dil kullanıldı. Milli Görüş'ün temsilcisi olan siyasî; partilere müdahale edilerek içten parçalanması için çalışıldı.

Parti kapatma mağduriyetinden parti kapatma mağrurluğuna…

Aslında en trajik maddelerden biri bu. Parti kapatma gibi mağduriyetin had safhaya çıktığı bir konuda yine bir partinin kapatılma konuşmalarının gündeme gelmesi pek de iç açıcı bir durum değil. İşin garibi, bir zamanlar bu yasakçı zihniyetten belki de en fazla muzdarip olanların, aynı şeyi kendilerinin yapmaya çalışması. Parti kapatma ve dokunulmazlıklara dün karşıydılar, şimdi ise HDP engelini aşmak için dokunulmazlıklar meselesini tartışmaya açar hale geldiler.

‘Camiler ahır yapıldı' diye eleştirenler cami kapattı

Bir zamanlar CHP'nin camileri ahır yapması meselesi her İslamcının dilinde olan bir konuydu. Tarihsel gerçeklikler ve vesikalar göz önüne alındığında evet, CHP tarafından birçok cami, özünden farklı amaçlarla kullanılmıştı. Fakat işin tuhaf tarafı, yıllar 2015'i gösterdiğinde, yine bir cami kapatma hadisesi ama bu sefer başrolde AKP var. Mevzu kısaca şu: Tarım ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Kütahya'da cuma namazı için gittiği Ulu Cami'de namaz çıkışı gurbetçi vatandaş Mevlüt Dönmez'in, “Sayın bakanım, Kütahya'da 36 yıllık camiyi neden kapattınız? Ben Kur'an okumayı orada öğrendim.” sorusuyla karşılaştı. Bunun üzerine Kütahya Valisi Şerif Yılmaz, “Kapatılan camide İsrail uşaklığı öğretiliyor, ben kapattım. Ona söyleyin. Hainlerin tüm müesseselerini kapatırım, kapatacağım.” dedi. Böylelikle cami bayraktarlığı yapan bir parti döneminde cami kapatılmış oldu.

AB ile yola çıktılar Şanghay Beşlisi'ne döndüler

İktidarının ilk yıllarında askerî; vesayete karşı mücadele veren AKP'nin hedefi, AB'ye tam üyelikti. Nitekim bu yönde müzakerelerin başlaması için yapılan anlaşmanın altına da Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan birlikte imza attı. Önceleri, “ AB'ye giremesek te Kopenhag kriterlerini yerine getireceğiz.” diyen, hedefin tam üyelik olduğunu söyleyen Erdoğan, sonrasında, “Eyyyy Avrupa Birliği, AB önce kendine baksın.” demeye başladı. Ve yönünü Rusya, İran ve Çin'in başını çektiği Şanghay Beşlisi'ne çevirdi. Putin'e giderek, “Bizi Şanghay Beşlisi içine alın, biz de AB'yi unutalım.” dedi.

Tevazudan şatafata

AKP'nin neredeyse bütünü, iktidarlarının ilk dönemlerinde ‘milletvekilleri lojmanda oturmayacak, halkın arasında olacak' şiarıyla hareket edeceklerini dile getirmişti. Fakir sofrasına misafir oldular, halkın içinden gelmekle övündüler. Fakat sonrasında resmi rakamlara göre bin 150, gayri resmi rakamlara göre 2 bin odalı lüks saraya geçtiler. Tevazu derken şatafata döndüler. Geçmişte söylenenler unutuldu. Tek bir bardağı bin lira olan bardaklarda içecekler içilmeye başlandı.

Dün hizmet erleri, bugün terör örgütü!

Bazen iyi ki arşivler var diye düşünüyor insan. Geçmişte söylenenlere bakıldığında birbirine tezat olan ne kadar da çok şey var. Televizyonlarda, stadyumlarda ve pek çok yerde methiyeler düzülen kişilere ertesi gün terörist, haşhaşi, sülük, sahte peygamber ve daha bir sürü hakaretler sıralanabiliyor. Devletin bütün imkânları kullanılarak, hak ve hukuk gözetilmeksizin toplumsal bir yapıya saldırılabiliyor. Bunu yaparken kendilerine taraftar buluyor, bu taraftarlarla şiddeti daha da artırabiliyorlar. Lakin beşer unutsa da tarih bunları unutmuyor. Dün başka, bugün başka diyenleri tarih yazıyor ve bunlar arşivlerdeki yerini alıyor. Bakalım bugün cemaat için haşhaşi, virüs gibi pek çok şekilde hakaret edenler, dün ne diyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Yaşatmak için mübarek bir ideal uğruna, ölmek için yola çıkmış sevgili öğretmenlerimizi tekrar tekrar tebrik ediyorum.” diyerek selamlıyordu Türkçe Olimpiyatları'ndaki insanları. Bekir Bozdağ, “Yurtdışındaki Türk okulları Türkiye'nin şanıdır, Türkiye'nin gururudur. Bizim gönüllü büyük elçilerimizdir.” diyordu. Başbakan Davutoğlu'nun o günkü düşünceleriyse şöyleydi: “Bugün burada gördüğümüz kızlarımız, çocuklarımız yeni bir dünyanın müjdecisidirler. Aslında medeniyetler ittifakının tek başına vicdanını da oluşturuyorlar.” Bülent Arınç ise şunları söylüyordu: “Bütün bir siyasî; hayatımın hülasasını bir tarafa koysanız ve ikiyle çarpsanız, şu çocuklar için yapılan hizmetin yanında sıfır derecesinde kalır.”

‘Esad kardeşim'den büyük düşmanlığa...

Bir zamanlar Tayyip Erdoğan ile Suriye lideri Beşşar Esed arasında su sızmazdı. Devlet olarak ilişkilerin iyi olması bir yana, aileler arasında da bir hukuk gelişmişti. Şam ve İstanbul, iki kardeş şehir iken sonradan düşman haline geldiler. Şam'da cuma namazı hayalleri kurulmaya başlandı. Bu hayal uzun sürmedi ve arkada yüz binlerce ölü ve milyonlarca yersiz yurtsuz insan bırakıldı. Bakalım Erdoğan, o yıllarda Esed ve Suriye için neler söylemişti: “Biz geldik, Esad kardeşimle oturduk, Türkiye ile Suriye'yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik mi? Evet. Her alanda işbirliğine gittik mi? Evet. Suriye ile Türkiye arasındaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı? Evet. Suriye ile aramızdaki vizeleri kaldırdık mı? Ona da evet. Şimdi benim Gaziantepli kardeşim cebine pasaportunu koyuyor, istediği gibi Halep'e, Şam'a gidiyor.” AKP'nin ‘komşularla sıfır sorun' politikası da neredeyse bitti zira iyi ilişkilerimizin olduğu komşu kalmadı.

Başkanlık: Emperyalizmin dayatmasıydı, biricik hayalleri oldu

Geçtiğimiz seçim sürecinin en çok konuşulan konularından biriydi başkanlık sistemi. Geçecek miyiz geçmeyecek miyiz, Türkiye için iyi mi kötü mü tartışmaları yaşadık. Fakat AKP'nin bu konuda da bir çarkı var. Birkaç yıl önce Erdoğan, “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesi.” diye konuşurken daha sonra, “Başkanlık sistemi konusu, partimizin yönetim sistemi noktasındaki teklifidir. Yani, yürütme noktasında bizim öyle bir teklifimiz var. Siz kabul edersiniz, etmezsiniz ayrı bir konu. Bu müzakere edilsin, tartışılsın.” diyerek tarihi bir U dönüşüne imza atmıştı. İki yıl önce ise Bekir Bozdağ, “Türkiye eninde sonunda başkanlık sistemine geçecek.” demişti.

BUNLAR DA BONUSLAR

Bir parti 13 yıl iktidarda kalırsa elbette ki çizdiği zikzaklar bu kadarla sınırlı kalmaz. Nitekim AKP daha birçok konuda yaptığı dönüşlerle dikkat çekti. İşte ilk 10'a giremeyen bonuslardan bazıları...

Bedelli askerlik:“Parası olan var, olmayan var, parası olana git kullan, olmayana sen de git askerlik yap diyemezsin. Bunu adalet terazisine oturtmak gerekir. Biz bu yola çıkarken kimsesizlerin kimi, sessiz yığınların sesi olarak yola çıktık.” diyordu Erdoğan. Ancak kendisinin döneminde iki kez bedelli askerlik kanunu çıktı.

Özel hastane kuyrukları: Özel hastaneleri ücretsiz yaptılar, devlet hastanelerinde kuyruk bekleme dönemi bitti. Ancak bir süre sonra özel hastanelerde kuyruklar başladı, katkı payları cüzî; miktardayken yapılan zamlarla özel hastanelere gitmek zorlaştı. Yani parası olmayan yine gidemiyor. Acil servise gitseniz bile film ya da röntgen çekmek için sizi uzman doktora yönlendirerek para alıyorlar.

Kıbrıs kimin? Kıbrıs'ta çözümden yanaydılar. Kıb­rıs Türk hal­kı­na An­nan pla­nı için “Yes be an­ne­m” de­dirt­ti­ler. Sonrasında ise karşı çıktıkları Rauf Denktaş çizgisine, Derviş Eroğlu çizgisine döndüler. Çünkü Mehmet Ali Talat gibi birleşmeden geçtiğine inanan ve geçtiğimiz aylarda Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile ayrı düştüler.

Kırmızı kitap: AKP'nin intikam uğruna kuruluşundaki ruha ihanet ettiği alanlardan biri de ‘Kırmızı Kitap' ın meselesi. İlk yıllarında Kırmızı Kitap'ın varlığına karşı duran bir tavır sergilerken, şimdi kendilerine karşı gördükleri herkesi bu kitaba dahil etme uğraşı içindeler. Kırmızı Kitap'a göre politikalar üretiliyor, kendileri gibi olmayanlar bununla yıldırılmaya çalışılıyor.

Üstünlerin hukuku: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sürekli tekrar ettiği sözlerden biridir, ‘üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü'. Fakat görünen köy kılavuz istemiyor. Bugünün Türkiye'si bu sözün tam tersi durumunu yansıtıyor. Kendilerinin ihtiyaç duyduğu zamanlarda hukuk vurgusunu dillerden düşürmezken, güç sahibi olduktan sonra hukuk tanımazlıkta çığır açtılar.

‘Tek parti'den tek adama: AKP iktidarının dilinden düşürmediği ve eleştiri oklarını sürekli üzerlerine gönderdiği bir dönem vardır: CHP'nin tek parti iktidarı. O dönemin zulümleri ve haksızlıklarını sürekli tekrarlarlar. Fakat şimdi geldikleri nokta o dönemden pek de farklı değil. Tek parti sistemini eleştirenler, tek adam sistemine hapsoldu. Herkesin bir kişinin ağzının içine baktığı sisteme evrildiler.

Demokrasi araçtır: Parti kapatma, Ergenekon ve Balyoz gibi dava süreçlerinde demokrasiyi bir araç gibi gören zihniyete karşı demokratik değerleri savunan Erdoğan, sonrasında bu değerlerden bir bir vazgeçti. Tabiri caizse bir güç zehirlenmesi yaşadı ve demokratik değerlerden uzaklaştı. Demokrasiyi sadece sandıktan ibaret görmesi bunun en büyük göstergesi.

MGK'nın yetkisi: 13 yıllık iktidar döneminde 12 Eylül rejiminin en önemli kurumu olan Milli Güvenlik Kurulu'nu (MGK) kaldırmayan AKP ve Erdoğan, yargıyı da ‘MGK'laştırdı. Geçmişte iktidar olmadan önce MGK'yı kaldıracaklarını, MGK'nın karar merci olmadığını söyleyen Erdoğan, şimdilerde ise MGK kararlarını kutsayacak açıklamalar yapıyor.

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Günlerden Eylül, Aylardan Ergin Günçe

Günlerden Eylül, Aylardan Ergin GünçeGünlük şarabımız var maşrapa içindeKülde pişmiş patatesler ve eşsiz pilavzerdeDin kitaplarımız, putlarımız, telvelerimizYeleği de köstekli bir amca kahvesindeSuratı çilli günler, gölgesi uzun günlerİşte bir bağ bozumu, işte bir çıngıl üzümGökyüzüne yaslanıp saatimi kuruyorumKimsecikler duymasın bir Tanrı olduğumuİstersen bu Duayı bir Çınara söylerimBen kendi başımdaki en önemli şapkayımIslıkla her türlü marşı çalan bir ArapBazan bizim orada bir yokuştan iniyorİşte durumlar böyle ey Kandil SimitleriBir değirmen bu günler kalbimi öğütürümSerentiler kurarım ömrümü kuruturumHaritamda denizlerin yerleri değişiktirGünlük peynirinizi bize veriyorKızarmış bayat ekmek, suda kaynamış pirinçSen ne dersen de yeleği köstekli KahveDurup dururken Tanrımı seviyorumGünlerden Eylül aylardan Uzun EşekBir Tabanca çıkarıp kendimi vuruyorum.

4 Ağustos 2015 Salı

Başka türlü bir müziğin peşindeyim

Kaliteli müziğin peşinde olanlar Cenk Erdoğan'ı yıllardır tanıyor. Ama çoğumuz onu Çağan Irmak'ın filmi Issız Adam'ın müzikleriyle tanıdık.

Onun için “Erkan Oğur'un veliahdı” diyenler de var, “müziğin dâhi çocuğu” diyenler de. Özellikle perdesiz gitardaki ustalığı ve yaptığı besteler Erdoğan'ı her zaman gündemde tuttu. Yaptığı film ve dizi müziklerinin yanı sıra katkıda bulunduğu albümler ve canlı performansları da ilgi ile takip ediliyor. Son dönemde ülkenin en önemli yorumcuları onunla çalışmak için adeta sıraya geçmiş durumda. En son Sezen Aksu'nun 40. yıl konserinin müzik direktörlüğünü de üstlenen sanatçı, bir yandan da üçüncü albümü Kara Kutu'yu müzikseverlerle buluşturmanın heyecanını yaşıyor.

Kara Kutu'da kış, yağmur, İstanbul, aşk, hüzün ve yalnızlık duyguları ile beslenmiş eserler var. Cenk Erdoğan bunu tabiatına bağlıyor. Yaz aylarından çok hazzetmediğini ve yazın çok beste yapamadığını söylüyor ve ekliyor: “Daha karanlık ve melankolik atmosferler bana yazdırıyor. Onlar besliyor beni. Bütün canlılar için çok büyük bir değişim kış. Herkeste bir hüzün başlıyor. Kışın bir yalnızlık tarafı var ve o benim hoşuma gidiyor.”

Sezen Aksu'yla çalışmak

en büyük hayallerimdendi

Cenk Erdoğan, sadece bir perdesiz gitar sanatçısı ve besteci değil. Dizi ve film müzikleri ile birçok albümde de prodüktörlük de yapıyor. Ayrıca son dönemde popüler isimlerle çalışmaları var. Aslında lise ve üniversite yıllarında birçok popüler isimle sahnede birlikte çalmış. Gülben Ergen, Emel Sayın gibi birçok ünlü ile çalışmış. Ama bir gün bir konser sırasında artık pop çalmanın doyum noktasına vardığını hissetmiş. Ondan sonra da Ceylan Ertem, Şenay Lambaoğlu, Jehan Barbür gibi daha alternatif sayılabilecek işlere yönelmiş. Pop çalmayı sevdiğini ve bunun aslında göründüğü gibi kolay da olmadığını vurguluyor. “Ruhunu törpülediğin bir iş. İyi bir pop gitarcısı kolay yetişmez.” diyor.

Onu en son Sezen Aksu'nun 40. yıl konserinde müzik yönetmeni olarak gördük. Bu buluşmayı şöyle anlatıyor: “Sezen Aksu ile çalmak en büyük hayallerimden biriydi. Sağ olsun Rıza Okçu bana güvendi ve bu işin başına geçmemi istedi. Çok çalıştık ve harika bir konser oldu. Popüler dünyaya uzak gibi görünüyordum ama aslında bir ara vermiştim böylece dönmüş oldum. Tabii ki kendi müzikal projelerim de devam edecek.”

Yapımcılar halkın nabzını biliyor

Cenk Erdoğan, bir yandan da dizi ve film müzikleri ile ilgileniyor. Bunun kendisine çok fazla şey kattığını düşünüyor. En büyük katkısının ise seyircinin gözünden müzik ihtiyacını anlamak olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Enstrümantal müzik yapanlar daha çok bu müziği kendileri ve diğer müzisyenler için yapar. Dünyadaki müzisyenlere ulaşacak mı, festival dinleyicileri beğenecek mi gibi kaygılarım vardı. Ne zaman ki televizyon için müzik yapmaya başladım büyük tokatlar yedim. Yapımcılar halkın nabzını çok iyi biliyor. Yaptığım bu müziğe berbat diyor mesela. Sen kimsin de benim müziğime berbat diyorsun diyorum. Ama aslında halkın nabzını onlar biliyor. Mesela bugün çok acayip bir fotoğraf gördüm. Adam asılıyordu ama asılırken üzülmesin diye küçük kızına gülümsüyordu. O sahnenin üzerine senfoni yazarsın. Çocuğun o bakışı unutulmazdı. Bugün bir şey bestelersem o çocuğun bakışlarını bestelerim.”

Cenk Erdoğan, sırf beğenilsin ya da para kazanılsın mantığı ile müzik yapmadığını vurguluyor. Ama hayatta kalabilmek için de paranın gerekli olduğunu söylüyor. Bir yandan kendi müziğine odaklanırken bir yandan da ayakta kalabilmek için farklı işler yapmak zorunda olduklarını anlatıyor: “Yaptığım birçok ticari iş var elbette. Mesela her zaman en iyi senaryoya müzik yapamazsın ki. Beş altı yıl komedi dizilerine müzik yaptım. Sırf ticari olsun diye bir şey yapmıyorum. Ben başka türlü bir müziğin peşindeyim. 36 yaşıma geldim daha yeni yeni şarkı sözleri dinler oldum. O da aranjesini yaptığım işlerin teknik kısmıyla ilgili. Ben müziğimin geleceğe kalmasını ve gündelik olmasını istemiyorum.”

Üretmeden mutlu olamıyorum

Son dönemde popüler işler yapmasına dinleyicilerden olumsuz eleştiri gelmemiş. Bunun sebebi de belki insanların Cenk Erdoğan'dan kötü bir iş çıkmayacağı düşüncesi olabilir. Bu düşüncenin kendisini çok sevindirdiğini anlatıyor sanatçı: “Ben bu işi yapmayı çok seviyorum. Bu işin eğitimini aldım, iyisini yapmak zorundayım. Hedeflerim var. Piyasada inanılmaz müzisyenler var. Sahnede çalıyor parasını alıyor ve öyle yaşıyor. Öyle çok mutlu. Ben bundan mutlu olmuyorum. Biri bittiğinde başka bir şeyi arıyorum. Bugüne kadar içinde yer aldığım 36 proje olmuş. Bu hayatta tav olduğum şey hep yeni şeyler üretmek.”