10 Şubat 2014 Pazartesi

Dökümcü Niko ve Arkadaşları, E.Cansever

DÖKÜMCÜ NİKO VE ARKADAŞLARI I Siz bana Dökümcü Niko, diyorsunuz, İzzetin yaylı arabasının yanındaÇok güzel bir duruşum varGünün evlerini geçiyorum şimdi kendime iyilikler söyleyerekTane tane sokaklar bırakıyorum arkamdaBirinde bir kedilik olan, birinde bir sokak lambası sallananSokaklar bırakıyorum benBen deyince bir daha ben demek istiyorum, mutlu oluyorum böyleceSanırım Argos’a çıktıklarından bu yana FenikelilerinYapayalnız bıraktılardı beni. Doğrusu bir yaz günüydü, kıyılarımızpek güzeldiArtık gözlerim bin türlü sudan, bin türlü zamandan öyle bir koyulaştılarVe alnım bembeyazdı ve boyum çok uzunduBu çakıllar akardı o zaman, bu şehirler toz bulutuyduBen işte çok yaşadıysam, ben böyle hep yaşadıysamBu ölümsüz bir yalnızlıktan, bu ölümsüz bir yalnızlıktanDiyorum. Siz bana Dökümcü Niko, diyorsunuzİnsanlar tanımlıyorum ben, ölçüm o insanların iyiliklerindenŞehirler tanımlıyorum ben, ölçüm o şehirlerin büyülerindenSöze uymayan bir şeyim, tanrıya uymayan bir şeyim de ondanOydum ki derim:İzzetin atları var ya, koşumları ne güzelSanki onlar İo’yla Fenikeli kaptanın sevişmesindenBir güzel koşumlardı, gittikçe çoğalırlardıSonra bir düşünürdüm ki, hangisi benim bu cümlelerinHep aynı cümlelerin: İzzetin atları var ya, koşumları ne güzelSözgelimi sabahları olmayacak balıklar satan Madam HayguhininKendini görmek için yerin ve göğün kar tutmasını bekleyenMadam HayguhininIslak bakışlarının durmadan yer değiştirirkenkiVe kanından rengine akan bir tramvay gibi sankiBir anlatımı olabilir mi dersinizİzzetin atları var ya, koşumları ne güzelOlabilir mi?                                                             (Adam Yayınları nüshasında, şiir burada bitiyor.)Ben sarı kanlı bir ağaca benziyorum buradaSonra ben ve bütün iyilikler kırmızı bir boyayla duvaraSürülmüş bir çarpı işareti gibi duruyoruzVe bu çarpıyı gezdiriyoruz sırtımızda ayrıca.Sayhon'u tanımak ister misiniz, süryani, ayakkabı tamircisiOltacı Eyüb'ü, Madrabaz Hayguhi'yi, İranlı Celâl'iArabacı İzzet'le Nuri'yi deSonra K. Kilisesinin papazıyla, iskele memuru Yahya gelir kiÖğretmen Rıza ile Fener Bekçisi Salih gelir kiŞimdilik tam on iki, bir de benBen, yani Dökümcü NikoBir akşamüstü saatinden kaçırılmış bahçeler gibiHepimizBir ağaç altında olsun, içi boş bir bostan kuyusunun yanıbaşında olsunVe solgun yaz büfelerinin ve karpuz sergilerininYanıbaşında olsunVe sessiz meyhanelerin ve batık gemilerinİçimizdeki yerlerinin yanıbaşındaVe uzun gecelerde ve çocuklar görürlerken kendileriniVe sokaklar bir aydınlık gibi düşerken sokaklıklarınaVe siyah halelerle başımızdakiVardık ki, biz bunu anlatacağızDuvar duvar çizilmiş çarpı işaretleri gibiBiz bunu anlatacağızSevginin bu ölümcül biçimlerini belki.II Sordular. Sorular benim insanlarımdır. Siz bana Dökümcü Niko,diyorsunuzKendimi açıklıyorum, ölçümse kendimin derinliklerindenSanırım bir pazar sabahıydı, iki kız çocuğu sonbaharı tartaklıyorduKepenkleri indirilmiş bir dükkânın önündeVe yollardan yaban hurmalarının sarktığı—Sonbahar, belki de bir hüznün özgül ağırlığıYapılmamış Lautrec resimleri veBir mektuptu belki deBirinin bilmeden ona bir şeyler sardığıSonbahar —Ansızın K. Kilisesinin papazı tertemiz giysileriyleYanındaki iki kişiden sıyrılarak Geldi ve durdu — bunu bir iki kezsöylemek gerek —Ben onu her türlü kuşkularından tanıyordum. Dedim kiGünaydın. Sanırım iyi bir gün olacak. Pazar mıVe dedim, evinizden yeni çıkmışa benziyorsunuz Sustu, beni pek yanıtlamadıVe yüzündeki bir kayanın sımsıcak kırmızısınıDaha bir çoğaltarakİlk yarısını anlatmadığı bir olayınGerisini anlatmaya başladı ara vermedenPeki, dedim, o olay sadece sizin olacakAziz Yohanna var ya, tanırsınız elbette bu aziziTuhaftır, ben de yarıdan sonrasını biliyorum bu hikâyeninDemek oluyor ki ne siz beni tanımış oluyorsunuzNe de ben siziO benden daha önce davrandı, gidip bir evin duvarındaki çeşmedensu içtiDöndüğünde çok uzaklardan üstümüze doğruBir ayçiçeği anlaşılmaz bir şekilde çözülüyordu—Ben sarışın mı dedim, evet mi dedim —Ve K. Kilisesinin papazı dediYürümem gerekecek, dün gece eve hiç uğramadımBazı taşlarla uğraştım, bir ara bir kuş ölüsü buldumGecenin biraz eski renginde—Bir giriş noktası mı dediniz, evet mi dediniz—Doğrusunu isterseniz görebildiğim her şeyBir yuvarlağın tersyüz edilmiş şekli gibiHiçbir şey anlatmıyordu. Siz iyi söyledinizO olay sadece benim olacak.IIIHumour, diyordu İranlı Celâl ve gayrı ciddi olmakBir korunma biçimidir yahut yaşamakSaat on dört sularında idi, içkimiziİçiyorduk idi ki, bir pul İngiliz Kraliçesini gösteriyorduBir bardak uzaydan bir kesitiPencereler bir bilinmezliği sürüyordu içimizeVe doğaKonuştuğumuz bir şey gibi duruyordu, tam öyle duruyorduSıkıntıya boğulmuş kelimeler halindeBir tabağın içinde kavun getirdi KleantiBugün bir eşya gibi duruyor nedense. Ya da bir eşya onu yansıtıyor olmalı kiRakımızdan bir parça içti veGitti gitti gitti gitti gittiBen upuzun bir mesinayı sanki çok karıştırarakDurdurdum Kleanti'yiDurdurdum dünyanın bizlerine bakarakSanırım bir toplantının en tuhaf şekilleriydikVe bu toplantıydı ki durmadan olmakDurmadan olmakDurmadan olmak gibi bir şeydi ki, değildiTekdüze bir ölümün gelişinden soy almakVe gerilmek ve kalmakO bile değildi deGayrı ciddi olmak, diyordu İranlı Celâl ve humourBir korunma biçimidir yahut yaşamakYaralı bir keler balığı tutarındaVe mezat yerlerinde dolaşan adamlar gibi neden sanki böyle olduğumuzu anlamayarakYaldızlı bir boy aynasının eski bir gramofonla yanyana durması gibiBir çamaşır makinasıylaYanyana durması gibiRakımızı içiyoruz ve bütün bunları kutlamıyoruz kiTersine, İranlı Celâl ağlamaklı oluyor birazYenilmek susmak yenilmek susmakSaat derseniz artık kaçı gösteriyor kimbilirÖlülerimizi saymazsak kaçı gösteriyorSaat dersenizKaçı gösteriyor ve sormakOna söylüyorum, Kleanti'ye, elimde olmayarakBiz dünyanın nasıl bir anlamını taşıyoruz KleantiBilmem! tabakla kavuna bakıyor. Nuri'yle sol eli görünüyor az uzaktanSonra sağ eli görünüyor, onu bir gölgeden kurtararakBize doğru geliyor, elinde bir yılan balığı, aydınlıkYaratılmış ve uzun bir aydınlıkHiçbir şey söylemeden oturuyor. Havaya kaldırıyor yılan balığını KleantiHiç bilmediği bir ülkeye doğru kaldırıyorÜlkeler ki, diyor, kullanılmamış eşyalarla doldurulmuş odalar gibidir.Ülkeler ki bizim kendimizi orada varsaydığımız yerlerdirBir trenle gidilirBir yılan balığıyla gidilir. Nuri diyor kiBana nasıl geliyorsunuz bilsenizBen sizlere gitmek istiyordum, gittimBen sizlere inmek istiyordum, indimAma siz var ya, bir bakıma sizBoşluklara asılı bir istasyon gibisinizBiz neyiz, biz neyizDedik ve sustukSusmasak bizim olacaktı durmadan kirlendiğimiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder