24 Şubat 2014 Pazartesi

Gökanlam XII, E.Cansever

XII Tenha menha bir yerlerde dururumSu olur dilimde aydınlığın tadıBir kaçak değilimse, bir kırgın hiç değilimseKızgın mavi bir mühürün borcuyum. Göğün avlusunda kimler dolaşırGöğün avlusunda kimler dolaşırBu ışık selinde bu ayazmadaBinlerce çocuktan biri güneşBinlerce çocuktan biri güneşParasını gösterir gibi başkalarına. Ey uyumsuz giyiniklik doğrula beniKızgın mavi bir mühürün borcuyum.

Kumpas diyenlerin kumpanyası!

İktidar kanadının bugün ifade ettikleri ile dün yaptığı bazı açıklamaların birbirine zıt olduğunu söylemek mümkün. Birileri orduya kumpas kurmuş ise geçmişte yapılan açıklamalarla bu komplonun içinde yer alınmış olunmuyor mu? Milli orduya kumpas kurulduğuna dair kanaatin 17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonundan sonra oluşması manidar değil mi?Ergenekon ve Balyoz gibi darbe davalarında ‘kumpas kurulduğuna’ dair tartışmalar, Başbakan’ın Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’ın 24 Aralık 2013’te Star gazetesindeki köşesine taşıdığı şu cümleyle gündeme geldi: “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir.”İddia çok vahimdi. Buna göre darbe davalarında ‘milli orduya’ kumpas kurulmuştu. İlerleyen günlerde AK Partili başka isimler de Akdoğan’a destek verdi. 29 Aralık’ta partinin Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş’ın açıklamaları Hürriyet’te manşet oldu. Ergenekon ve Balyoz sanıkları için ‘Yeniden yargılama adımı’ başlığı kullanılan haberde Elitaş, sanıkların itirazlarını gidermek için ‘yasal düzenleme’ yapabileceklerini söylüyordu. Ardından Başbakan Tayyip Erdoğan da konuyu gündemine aldı. 4 Ocak 2014’te Dolmabahçe’de bazı gazetecileri ağırlayan Erdoğan, yeniden yargılamalara yeşil ışık yaktı. Malezya seyahatinde (10 Ocak) konuyla ilgili bir soru üzerine ise, “Kalkıp da eski Genelkurmay Başkanı’na (İlker Başbuğ) terör örgütü lideri derseniz felakete yol açarsınız. İçeride günahsız yatan çok kişi var.” ifadelerini kullandı.BAŞBAKAN: BU PLANLARI YEDİ YILDIR BİLİYORDUKBütün bunları aklımızın bir köşesinde tutalım. Ve geçmişe, birkaç sene öncesine gidelim. Bugün Ergenekon ve Balyoz’da ‘sahte delil üretildiğini’ ileri sürenler geçmişte neler söylemişti dersiniz? Darbe planlarının deşifre olması üzerine 1 Şubat 2008’de ‘Karanlık odakların üzerine gideceğiz’ diyen Başbakan değil miydi? 21 Mart 2008’de ‘Milletin hukukunu koruyoruz’ dememiş miydi? Ve nihayet 15 Temmuz 2008’de, “Biz millet adına hak aramanın, hakkı savunmanın gayreti içindeyiz. Bu anlamda savcılıksa, evet bu davanın savcısıyım.” sözleriyle Ergenekon davasına sahip çıkan da bu Başbakan değil miydi? Sonra ne oldu ki Erdoğan, ‘savcılık’ makamından ‘avukatlık’ makamına düştü? Balyoz’la ilgili de benzer onlarca açıklamasını sıralayabiliriz. Ancak biz bir tanesiyle yetinelim. Balyoz belgeleri ortaya çıktıktan 3 gün sonra (22 Ocak 2010) AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda bakınız ne diyor Başbakan Erdoğan: “Bugünlerde gündeme getirilenleri siz zannediyor musunuz biz hiç duymadık! Hayır bunlar duyuluyor. Duyduk. Ama biz gerilimden yana olmadık. İşimize baktık. İlk zamanlarda bizi anlamayanlar olabilir. Ama aradan yedi yıl geçti. Türkiye’nin geldiği seviye ortada. Bu kirli senaryolara boyun bükmeyecek, dimdik duracağız. Demokrasilerde iktidar seçimle gelir, seçimle gider. Kendisini TBMM’nin ve milli iradenin üzerinde görenler gaflet ve delalet içindedir.”Burada akıllara ister istemez birkaç soru geliyor. Bugün iktidar kanadının söylediği ile dün yapılan açıklamaların taban tabana zıt olması nasıl açıklanabilir? Orduya birileri kumpas kurmuş ise siz de geçmişte yaptığınız açıklamalarla bu komplonun içinde yer almış olmuyor musunuz? Milli orduya kumpas kurulduğuna dair kanaatin 17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonundan sonra oluşması manidar değil mi? Ve yıllardır meydanlarda “Askeri vesayeti biz bitirdik.” diyen kimdi?O BOMBALARI YOK MU SAYALIM?Ergenekon soruşturması, Jandarma’ya yapılan bir ihbarla başladı. 12 Haziran 2007’de ihbar edilen adrese yapılan baskında üzeri siyah naylonla örtülmüş ahşap bir sandıkta 27 adet el bombası, TNT kalıpları ve fünyeler ele geçirildi. Bombaların sahibinin emekli Astsubay Oktay Yıldırım olduğu tespit edildi. El bombalarının bulunduğu kasanın üzerinde ‘mukayeseye elverişli olan 8 adet parmak izi ve 2 adet avuç izinin bulunduğu’ belirtildi. Bu parmak izlerinden 3’ü Oktay Yıldırım’a ait çıktı. Bu mu kumpas?DARBE GÜNLÜKLERİ DE Mİ YALANDI?Sanıklardan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ve Mustafa Balbay’a ait darbe günlükleri Ergenekon davasının önemli delilleri arasında yer aldı. Örnek’in günlüklerinde ‘Sarıkız ve Ayışığı’ darbe planları ayrıntılı olarak anlatılıyordu. Ve bu günlüklerin Örnek’e ait olduğu tespit edildi. Mustafa Balbay ise günlüklerle ilgili ilk savunmasında “Silmiştim.” dedi. Ardından kitap yazmak için aldığı notlar olduğunu söyledi. Son olarak günlüklere ‘eklemeler’ yapıldığını savundu. Örnek ve Balbay’a ait iki günlük arasındaki benzerlik de dikkat çekiciydi. Günlükler birbiriyle tam anlamıyla örtüşüyordu. Bu da mı kumpastı? Veya Cumhuriyet’in ‘Genç subaylar tedirgin’ manşetini atılmamış mı sayalım?LAW’LAR İÇİ BOŞ BORU MUYDU?Ergenekon soruşturması kapsamında onlarca kazıda yüzlerce el bombası ve mühimmat ele geçirildi. İşte onlardan bazıları: LAW silahı (dolu) 43, roketatar 12, el bombası 424, saatli bomba 1, boru tipi bomba 1, dinamit lokumu 53, uzun namlulu silah 22, tabanca, hakem bombası 13, sis bombası 28. Bunları ‘nereye’ koyacağız?KAOS PLANI’NIN HEDEFİ AK PARTİ DEĞİL MİYDİ?‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ Genelkurmay Harekât Başkanlığı Bilgi Destek Dairesi 3. Bilgi Destek Şube Müdürlüğü’nde hazırlanmıştı. Altında eski Deniz Piyade Kurmay Kıdemli Albay Dursun Çiçek’in ‘ıslak’ imzası vardı. Ve bu belgenin gerçekliği Adli Tıp, Jandarma, Emniyet ve TÜBİTAK tarafından tam 7 kez tescillendi. Plan tamamen ‘AK Parti hükümeti’ ve ‘Fethullah Gülen Cemaati’ne yönelik hazırlanmıştı. Hükümet ‘şeriatı getirmek istemek’ Gülen ise AK Parti’ye destek olmakla suçlanıyordu. Askeri savcılık bile belgeyi doğrulayarak, Çiçek’i yargıladı, mahkûm etti. Kumpası kuran kim?O SİTELERİN HABERLERİ KAPATMA DAVASINA GİRMEDİ Mİ?Hükümeti yıpratmak için Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde kurulan ve kara propaganda yapan internet sitelerine ne diyeceksiniz? Söz konusu sitelerde AK Parti düşmanlığı yapılıyor, laik rejimin tehlikede olduğu ileri sürülüyor, en büyük tehlike olarak ‘irtica’ gösteriliyordu. Türkçe ve yabancı dillerde yayın yapan 400’den fazla internet sitesi günlük olarak izleniyordu. Kara propaganda için ise 42 internet sitesi kurulmuştu. Sitelerin ‘ödemeleri’nin Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda görevli şube müdürlerinin kredi kartlarıyla yapıldığı tespit edildi. Ve bu sitelerde kullanılan haberler AK Parti’ye yönelik kapatma davasında delil olarak gösterildi. İnternet andıcı davası sanıklarının tamamı dönemin Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u işaret etti.DANIŞTAY’DA CİNAYET İŞLENMEDİ Mİ?Danıştay 2. Dairesi Üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in hayatını kaybettiği Danıştay saldırısı Ergenekon’un eylemlerinden biriydi. Tetikçi Alparslan Arslan’ın Ergenekon sanıklarıyla irtibatı iletişim tespit tutanaklarıyla belirlendi. Ümraniye’de ele geçirilen el bombalarıyla Cumhuriyet Gazetesi’ne atılanların aynı seriden olduğu görüldü. Üstelik Cumhuriyet’e bomba atanlarından biri de Danıştay saldırganı Alparslan Arslan’dı. Danıştay saldırısı, hükümete yönelik eleştirilerin fiili saldırıya dönüştüğü bir olaydı. Dönemin Cumhurbaşkanı ve muhalefet partileri doğrudan hükümeti hedef gösterdi. Hükümetin bakanları cami avlusunda vatandaşlar tarafından kovalandı, üzerlerine su şişeleri fırlatıldı. ‘Siyasete kan bulaştı’ açıklamaları yapıldı. Meydanlarda ‘Hükümet istifa’ sloganları atıldı. Bütün bunları yaşanmamış mı kabul edelim?27 NİSAN’DA KİME MUHTIRA VERİLDİ?Demokrasinin kırılma noktalarından biriydi 11. Cumhurbaşkanlığı seçimleri. Birkaç yıl önce ‘Genç subaylar tedirgin’ manşetleri atanlar, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde (Nisan 2007) bir AK Partilinin neden cumhurbaşkanı olamayacağını maddeler halinde sıralıyordu. AK Parti’nin adayı Abdullah Gül’dü. İlk turda seçilmek için Anayasa’nın öngördüğü 367 oyu sağlayamadı. Oylamaya 361 milletvekilinin katıldığı açıklandı. CHP, toplantı yeter sayısının 367 olduğu gerekçesiyle ilk turun iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Aynı gece Genelkurmay internet sitesinde 27 Nisan bildirisi yayınlandı. Bu bir e-muhtıraydı. Yüksek Mahkeme, 1 Mayıs’ta ilk tur oylamanın, Anayasa’ya aykırı bularak iptaline karar verdi ve yürürlüğünü durdurdu. 6 Mayıs’ta yenilenen 1. tur oylamada toplantı yeter sayısında 367’ye ulaşılamaması üzerine Gül, adaylıktan çekildiğini açıkladı. Yıllar sonra ortaya çıkan ses kayıtları 28 Şubat’ın Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın muhalefet partilerinin Genel Kurul’a katılmaması için baskı yaptığını ortaya koydu. Söz konusu ses kaydının Ergenekon’un ‘derin kulağı’ Levent Ersöz’ün işyerinde ele geçirildiği ortaya çıktı. İlerleyen günlerde Ergenekon sanığı emekli Albay Levent Göktaş’ın ofisinde ele geçirilen 51 No’lu DVD içerisinde yer alan bir belge de 367 krizinin perde arkasına ışık tutuyordu. Altında dönemin Genelkurmay İstihbarat Şube Müdürü Albay Turgut Ak’ın imzası bulunan ‘Gizli’ ibareli belgede, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un, danışmanı Nuran Yıldız’ı parti liderlerine göndererek Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini yönettiği öne sürülüyordu. Belgeye göre Başbuğ, dönemin Anavatan lideri Erkan Mumcu’ya özetle şu mesajı iletmişti: “Anayasa Mahkemesi’yle konuştuk, AKP’yi kapatacaklar. Erdoğan, Gül ya da Arınç’tan biri seçilirse TSK müdahale edecek. Yeni oluşum sözü veriyoruz.”GÖLCÜK DONANMA’DA ÇIKAN BELGELER Mİ KUMPAS?Balyoz, bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı askeri darbe planıydı. 12 Eylül Bayrak Harekat Planı örnek alınarak hazırlamıştı. Yüzlerce siyasi ve bürokrat tek tek fişlenmişti. 5-7 Mart 2003’te yapılan plan seminerinde hedefte AK Parti hükümeti vardı. Sanıkların da kabul ettikleri ses kayıtlarına göre cuntanın tek hedefi AK Parti’yi devirmekti. ‘İstanbul’un üzerine çökerim. Artık acımak yok, tepeleme var.’ diyenler Balyoz sanıklarından başkası değildi. Çetin Doğan, söz konusu semineri kabul etmiş ancak bunun bir harp oyunu olduğunu savunmuştu. Harp oyunu idiyse ‘gerçek’ isimler neden kullanılmıştı? Hedefin ‘dış güçler’ olduğunu savundular sonra. ‘O halde neden İstanbul’un üzerine çöküyorsun, milleti neden stadyumlarda topluyorsun?’ sorusu cevapsız kaldı. Ve ele geçirilen belgeler TSK’ya ait bilgisayarlarda hazırlanmıştı. Gölcük Donanma’da zeminin altında çıkan belgeler Balyoz’un bir darbe planı olduğunu teyit ediyordu. Orada görevli personel, o belgelerin, hard disklerin bizzat sanıklar tarafından oraya konulduğunu itiraf etti. Burada kumpas nerede?HRANT DİNK YAŞIYOR MU YOKSA?“Rahip Santoro, Malatya Zirve Yayınevi ve Hrant Dink operasyonları sonrasında, Türkiye ‘de yaşayan gayrimüslimlerin irticai grupların hedefinde olduğu yönünde kamuoyu oluşmuş, ancak AKP tarafından, karşıt medyanın da desteğiyle, söz konusu olayların Ergenekon tarafından organize edildiği şeklinde yoğun propaganda faaliyetlerinde bulunulmuştur.” Bu cümleler Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen Kafes Operasyonu Eylem Planı’ndan. Dink cinayetinin ‘operasyon’ olduğu anlatılıyor. Dink, yazdığı bir yazı sebebiyle Ergenekon sanıklarından Kemal Kerinçsiz’in aralarında bulunduğu ‘ulusalcı’ bir kesim tarafından hedef gösterildi. Yargılandı. Yargılandığı davanın duruşma salonuna belinde silahla giren kişi Ergenekon sanığı Veli Küçük’ten başkası değildi. Vatanseverler arasında geçen bir telefon görüşmesinde ise kendisinden ‘zıbartılan adam’ olarak bahsediliyor, olayın failinin ‘bizim arkadaşlar’ olduğu anlatılıyordu. Ergenekon soruşturması kapsamında ele geçirilen azınlıklara yönelik suikast ve korkutma, sindirme planları da işin tuzu biberi… Şimdi bütün bunları yok mu sayalım?

20 Şubat 2014 Perşembe

21. ÜKG Blog Turu: Sana Kapıldım - Laurelin Paige

17.02.14 | Kitab-ı Sevda - Yorum17.02.14 | Romancekolik - Yorum18.02.14| Sevgili Kitap - Ön Okuma18.02.14 | Kitap Esintisi - Alıntılar18.02.14 | Yorumbaz - Yorum19.02.14 | Zimlicious - Yazarla Söyleşi19.02.14 | Kitap Hayvanı'nın Günlüğü - PlaylistAlayna saplantıları içinde boğuluyor. Hudson’ın ise kendine ait sırları var. Belki de ihtiyaçları olan şey birbirlerini bulmaktır.İnsanları gizlice takip etmek ve hakkında yasaklama emirlerinin çıkarılması Alayna Withers'ın geçmişinin bir parçasıydı. İşletme üzerine yüksek lisansını eline alan Alayna, kendi geleceğini çizmişti. Çalıştığı gece kulübünde yükselmeyi hedefleyecek ve saplantılı aşk sorununu tetikleyecek her türlü erkekten uzak duracaktı. Müthiş plan. Ama Alayna gece kulübünün yeni sahibi Hudson Pierce'i hesaba katmamıştı. Geçmişteki dürtülerini kontrol altında tutmak isteyen Alayna, akıllı, zengin ve yakışıklı tiplerden hep uzak durmaya çalışmıştı.Ama Hudson onu bir kere gözüne kestirmişti.Alayna'yı yatağında istiyordu ve bunu açıkça belli etmişti. Reddedemeyeceği bir iş teklifinde bulununca Alayna için Hudson'ı görmezden gelmek imkansız hale gelmişti. Gittikçe onun dünyasına çekiliyor, çekimine kapılıyordu. Hudson'ın karanlık sırrını öğrendiğinde ise kapılabileceği en kötü adama aşık olduğunu öğrenmesi için çok geç olacaktı.Belki de kusurlu geçmişleri birbirlerini iyileştirmeleri ve sonunda hayatlarında eksik olan aşkı bulmaları için onlara bir fırsat tanıyacaktı.

Playlist: 

Uygulamayı göremiyorsanız playlist'i buradan da dinleyebilirsiniz:http://www.podsnack.com/darkshadowisborn/avtka1hx

Çekiliş: 

 a Rafflecopter giveaway

19 Şubat 2014 Çarşamba

Teknenin Ölümü, M.C.Anday

TEKNENİN ÖLÜMÜKara yakındı önce, hem çok yakın,Elimi uzatsam tutardı.Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece,Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz...Kara yakındı önce, hem çok yakın,Denizleyin inip çıkan önümdeBir tanrının atardamarı.Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.Günlerce yekesiz yelkensizNe de çok kuş takılmıştı ardımıza,Ne çok harman gördüm köpükten beyaz...Açtım, yorgundum ama uykum yoktu.Güneşler hala sağımda solumda,Sürer gibiydi açık deniz.Deniz en ince hayvanı belleğinNerden kalktım, o rıhtım, o çan...Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti!Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz.Deniz en ince hayvanı belleğinbir kuşluk vakti tanrının sevdiğiGörünür zaman yaratan.Canlı mıydım? O uğursuz kıyıdaÖldüğüm gün de bilemedim.Hep o sallantı, o devinim, o avcılBayrak, bir aş tenceresi, bir azKüfür, karı kız öyküleri, sonraDipteki ölülerin fısıl fısılKonuşmalarını dinledim.Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlikYeli kımıldadı, kan gibi.Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran,Boya kutuları, sünger, tel ve gaz...Derken gün kokulu yüreğimdi ilkYapının boş gömütünde dikiliSabırsız kaburgama çarpan.Ruh, şarabı gördü üzümden önceSüt, kan olmak için devinirTohum bildi herkesten önce ekmeğiGün, denizi salıvermeden batmaz.Ruh, şarabı gördü üzümden önceAğaç ne diye kalktı çiçeklendi,Denize inmesi nedendir?Ah yalnızlığın gömük kapıları,Aysız ayışığı gibiydim,Geceleyin gece, gündüzleyin günGibi suyun altınavuran yalaz.Ah yalnızlığın gömük kapılarıBir yağmuru dinlercesine bütünAnları iç içe bilirim.Bir tekne her zaman düşüncelidir.Bizimle demirledi gece.Karaya çıktı tayfalarım uykulu.Pruvamda çok acayip bir yıldızKonmak istercesine gider gelir,Suları budanmış bir yolculuğuSürdürmek isterdi kendince.Kara yakındı önce, ödağacıKokusu sarmıştı geceyi.Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde,Fosforlu sesi kabarık ve ıssız.Lale rengindeydi şimşeğin dalı,Ve güneydoğunun yangını pembeNakışlı bir çanak gibiydi.Unutmak istemiyorum bunları,Göğün damarlarını gördüm,Fırtına kırının yaban keçisini,Koşar küpeşteme saçsız sakalsız...Ağaç gibi yırtılan karanlığı,Koca kulaklı lodosu, o fili,Ah yay biçimdeydi ölüm.Yalnızlıktır denizin tek yasası,Aşkın altın yasasıdır o.Bir gün kum uyanır, ay gıcırdarsaÇalınırsa bir gün gömük kapımızKalamazsın sabaha inen suda,Kalk kürek, yola düşmenin sırasıAşkın altın yasasıdır o.Kükürt rengindeki ağzı geceninÜfürdü huysuz karanlıktaSintineme düşçül bir ateşböceğiKömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız,O böcek oldu yangını teknemin,anladım kuşun, yıldızın gizini,Başladım usuldan yanmaya.Söndüremezdi kimse bu ateşi,Kıyıdan kesilmiş sularda,Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzakBir yanyanaydım onunla, bir yalnız.Devirdim bütün yüklediklerimiVe demiri uykuda bırakarakBindirdim eskil kayalara.Parçalanıyordum kimse bilmeden,Ateştim cevizin içinde,Ve bir gece içinde bilmeden öldüm.Ey gece, nereden yol bulacağız,ey yaralı göğsüme düşen yelken,Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm,Ya sen ne diyeceksin, söyle!Deniz durdu, mumyası yıldızlarınErir gün görmüş kayalıkta,Ve yürüdü sabah, denizin ineği.Ölünce ne yapsak sabah oluruz...Ah kara yakındı ve darmadağınKuşları durmuş zaman kadar eski,Taşları hüzün olan kara.Kopmuş uykunun iskeletiyim ben,Artık yelin göğsü olamam.Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi,Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz,Ay yapraklarının indiği bu dam,Eski düşleri taşır mı yeniden,Koca karınlı kuşlar gibi.Bir yanda parçalanmış teknem durur,Sert tütünüyle gün bir yanda.Kara yakındı önce, hem çok yakındı,Elimi uzatsam tutardı amaYalnızlıktır denizin tek yasası,Bütün ölüler unutulur,Yaşayanlar kalır tek başlarına.Akşamleyin kaptan, birkaç gemiciGelip dizildiler kıyıya.Tutunacak bir tekne arar gibiydiAyağı kayan meltem ve cigaraİçerek konuştular gizli gizli,Bense dalgın bakıyordum, boşunaKoparılmış süsendim sanki.Çalıştılar bir hafta, AğustosunAltısında bütün iş bitti.Kesik baş çapa, iplerim, küreklerimKumsalda şaşkın bir yığındır şimdi.Tüter el ayak, tüter ıslak odun,Denizin uzaklardan getirdiğiYabancı, anlamsız bir şeyim.

18 Şubat 2014 Salı

Ahmed Arif'ten Leylâ Erbil'e Mektuplar

5 Mayıs 1954

Bismil

Leylâ, Zalım Leylâ!

Bu, benimki dördüncü. Oysaki senden bir tek mektup aldım. O belâlı ve korkunç ilk mektubun, yani 4-1, ben mağlubum... Ben, belki yazamazdım da, melânkolim ve serseriliğim tutar da yazamaz, boş verirdimse, sen yazacak, "bu oğlan, öldü mü kaldı mı?" diye sen arayacaktın, değil mi?Bari bu suskunluğun sebepli ve hayırlı olsa ve bana bu kadar kahırdan sonra, pırıltılı şiirler göndersen. Öyle olacak elbette. Sen, osun çünkü. O şair, dost, en sevgili ve en kardeş... Başka türlü olamaz...

Mektuplarımı almıyor musun yoksa? Hep de taahhütlü gönderiyorum. Geçen gün coştum, annene bayram kartı ile hürmetlerimi gönderdim, ellerinden öptüm, söyledi mi?

"Bin yıl, bahar içre ömrünü sürsün

Seni doğuran ana."

Benim Lâmbo'da başladığım şiir, ne oldu biliyor musun? Hem de çok birdenbire ve yarı gece. Şimdi elli mısrâdan çok. Daha bitmedi. Ah, seninle beraberken bitebilir ancak! Elbette ki senin harikûlâde zevk ve anlayış sansüründen geçecek. Pasajlar hep "yeşil" diye bitiyor. Benim ve senin ne varsa, ikiz ruhumuzda ne varsa her biri birer hafif parıltılı taşla, kompozisyona giriyor. Kahrın, bulunmaz ve yaratılamaz güzelliğin, dost ve kahraman ve çırılçıplak samimiliğin, büyüklüğün, namluların yivlerinde fışkıran güller, birer nilüfer dizisi olmuş prangalar. Spartaküs'ün bukağısı, kol bağları. Kısır kadının anne oluşu ve çok uzak, kimselersiz bir yıldızda inleyen bir stradivarius. Dünya çarşılarının en küçük meyhanesi. Ve biz, milyarlarca, aşkın, yalanın, alçaklığın, kahramanlığın; kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz! İki müthiş hasret, iki parça can... Ve canımda o ölüm namussuzu... Bütün bunları, abstrait şiir haysiyetine halel getirmeden işleyebiliyorum. Bana bu kudreti verdiğin, beni ben ettiğin için sana teşekkür etmek, galiba pek resmî kaçar. Hattâ ben, züppelik diyorum buna. Ben, senin için, ancak her şeyimi, bütün mevcut kıymet hükümlerini ve canımı fedâ etmekle belki biraz hafiflemiş olurum. Yine de ödemiş, karşılık vermiş olamam... Bu, hem çok acı, hem de şaheser bir ruh hali. Kimselere mecbur olmadım, olmam da. Yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim, bundandır... Ama senin mecburun olmak, beni hiç mi hiç küçültmüyor. Aksine yüceltiyorsun, İNSAN ediyorsun, yaşatıyorsun...

"Sus kimseler duymasın

Duymasın, ölürüm ha.

Aydım yarı gecede,

Yeşil bir yağmur sonra.

Yağıyor,

Yeşil.

.......

Daha, üç ayrı pasaj var. Kompozisyonun bütünü içinde çok sağlam ve çok yeni duruşları var. Nedense bu şiiri çok seviyorum. "Suskun" u kullanmama izin verir misin; onsuz edemiyorum. Bir şey daha soracağım, finâl benim karakterimde acı ve melânkolik bir bohemde bitiyor. Bitiyor ama korkuyorum sen beğenmezsin diye. Nasıl bitireyim, umutlu mu, sevdalı mı, yoksa ağlamaklı mı? Bana yol göster ve mutlaka yaz. Kitabımızın adı "Suskun" olsun mu?Bir de "Kara diye bir kompozisyon var. Hayli çetin ve karanlık. Şimdilik altmış-yetmiş mısra kadar var. Her ikisini de iyice bitirmeden göndermek istemiyorum.

"Çarpmış

Perişan etmiş

Kara sütü, kara sevdayla seni.

Ve kara memelerinde dişlerin âsi

Karadır, upuzun yattığın gece.

..........

..........

..........

Ve kan tadında bir konca

ezer şerbetini mısralarınca.

De be, aslan karam,

De, yiğit karam.

Hangi kaderin yazısı

Zorlu yazısı,

Belânda...

..........

Vurmuş,

Demirlerin çapraz gölgesi,

Alnına, galip ve serin.

Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,

Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti.

Gelmemiş kimselerin...

De be, aslan karam,

De, yiğit karam.

Hangi zehirin meltemi,

Saran meltemi

Hülyanda...

Hakikatli dostun muydu,

Can koyduğun ustan mıydı,

Bir uyumaz hasmın mıydı?

Ooof! de, bunlar olsun muydu.

De be, aslan karam

De, yiğit karam.

Hangi kahpenin hançeri,

Saklı hançeri,

Yaranda..."

Affet, fazlaya kaçtım. Ama sen halden anlarsın. Şâir adam, ayrılıkta, o namussuz ayrılıkta, firaklı şiirler yazmaz da ne yapar. Benim aziz Leylâm, sevgili belâm. Ya sen olmasan, ben ne bok yerim, neye yararım? Mânasız bir otomatisme'in, mânasız bir fiziğin, kahrolası boşluğunda, ben garip, ben duyan, ben yirmi dört saatte, yirmi dört bin parça olan, ne yapardım?

Gözlerinden öperim. O güzel burnuna yıldızlarca öpücük... Bana yaz! Ben daha buradayım. Eğer Diyarbakır'a yazdıysan, annem alır, açmadan bana gönderir. Ben giderken sana yazarım. Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğuramaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni. Tekrar öperim.

                                                                                                                                                  Senin.

17 Şubat 2014 Pazartesi

Atları da diyete sokarlar - [Bizim Köy]

Kış bitip de havalar biraz ısınmaya, kıyafetler incelmeye başladıkça kalın kalın kazakların ardına gizlenen göbekler ortaya çıkmaya başlıyor.Yalnız kışın kendini salıp kilo almak yalnız insanlara özgü değil. Dünyanın en eski kraliyet binicilik okulu olan Viyana’daki İspanyol Binicilik Okulu, özel olarak yetiştirilen Lippizaner türü atlara diyet programı uygulama hazırlığında. Zira kentin önemli turizm aktivitelerinden biri olan gösterileri yapan atlar, kışın bir hayli kilo almış. Umarız nisan ayına kadar planlanan atlara yönelik bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmaz.Ninjalar yer altından çıktı!Ninja Kaplumbağalar’ı bilmeyenimiz yoktur, kendilerinin yer altında yaşadığını da. Devir değişti Ninjalar da… Kendilerine ‘Kent Ninjaları’ diyen iki Rus maceraperest, dünyanın en yüksek ikinci binası olan Shanghai Tower’ın inşaatına gizlice tırmanıp, muhteşem manzarayı fotoğrafladı. Vadim Makhorov ve Vitaly Raskalov, emniyet kemeri de kullanmadı. Polislere yakalanmamak için tırmanışlarını gece gerçekleştiren ikili, kafalarındaki kameraları sayesinde de her anlarını saniye saniye görüntüledi. 632 metre yüksekliğe tırmanan ikilinin zoru neydi, orası muamma.“Anne, 5 dakika daha!”Sabah uykusu nasıl da tatlıdır. Bu mutluluk kaynağını Çin’in Ay’a gönderdiği insansız uzay aracı Yutu da keşfetmiş olacak ki arızalanıp derin bir uykuya dalmıştı. Ancak Çin, aracın ‘uyandığını’ duyurdu. 15 Aralık’ta Ay’a başarılı bir iniş gerçekleştiren Yutu (Yeşil Tavşan), yeniden faaliyete geçti. Uzay istasyonu kurmayı ve astronot göndermeyi planlayan Çin için Yutu’nun çalışmaları önemli. Uzmanlar söz konusu arızanın sebebini araştırıyor. Bizce mevzuyu didiklemeye gerek yok. Sabahları uyumak için “Anneee, 5 dakika daha!” diye yalvaran öğrencilere sorsalar kâfi.

10 Şubat 2014 Pazartesi

Dökümcü Niko ve Arkadaşları, E.Cansever

DÖKÜMCÜ NİKO VE ARKADAŞLARI I Siz bana Dökümcü Niko, diyorsunuz, İzzetin yaylı arabasının yanındaÇok güzel bir duruşum varGünün evlerini geçiyorum şimdi kendime iyilikler söyleyerekTane tane sokaklar bırakıyorum arkamdaBirinde bir kedilik olan, birinde bir sokak lambası sallananSokaklar bırakıyorum benBen deyince bir daha ben demek istiyorum, mutlu oluyorum böyleceSanırım Argos’a çıktıklarından bu yana FenikelilerinYapayalnız bıraktılardı beni. Doğrusu bir yaz günüydü, kıyılarımızpek güzeldiArtık gözlerim bin türlü sudan, bin türlü zamandan öyle bir koyulaştılarVe alnım bembeyazdı ve boyum çok uzunduBu çakıllar akardı o zaman, bu şehirler toz bulutuyduBen işte çok yaşadıysam, ben böyle hep yaşadıysamBu ölümsüz bir yalnızlıktan, bu ölümsüz bir yalnızlıktanDiyorum. Siz bana Dökümcü Niko, diyorsunuzİnsanlar tanımlıyorum ben, ölçüm o insanların iyiliklerindenŞehirler tanımlıyorum ben, ölçüm o şehirlerin büyülerindenSöze uymayan bir şeyim, tanrıya uymayan bir şeyim de ondanOydum ki derim:İzzetin atları var ya, koşumları ne güzelSanki onlar İo’yla Fenikeli kaptanın sevişmesindenBir güzel koşumlardı, gittikçe çoğalırlardıSonra bir düşünürdüm ki, hangisi benim bu cümlelerinHep aynı cümlelerin: İzzetin atları var ya, koşumları ne güzelSözgelimi sabahları olmayacak balıklar satan Madam HayguhininKendini görmek için yerin ve göğün kar tutmasını bekleyenMadam HayguhininIslak bakışlarının durmadan yer değiştirirkenkiVe kanından rengine akan bir tramvay gibi sankiBir anlatımı olabilir mi dersinizİzzetin atları var ya, koşumları ne güzelOlabilir mi?                                                             (Adam Yayınları nüshasında, şiir burada bitiyor.)Ben sarı kanlı bir ağaca benziyorum buradaSonra ben ve bütün iyilikler kırmızı bir boyayla duvaraSürülmüş bir çarpı işareti gibi duruyoruzVe bu çarpıyı gezdiriyoruz sırtımızda ayrıca.Sayhon'u tanımak ister misiniz, süryani, ayakkabı tamircisiOltacı Eyüb'ü, Madrabaz Hayguhi'yi, İranlı Celâl'iArabacı İzzet'le Nuri'yi deSonra K. Kilisesinin papazıyla, iskele memuru Yahya gelir kiÖğretmen Rıza ile Fener Bekçisi Salih gelir kiŞimdilik tam on iki, bir de benBen, yani Dökümcü NikoBir akşamüstü saatinden kaçırılmış bahçeler gibiHepimizBir ağaç altında olsun, içi boş bir bostan kuyusunun yanıbaşında olsunVe solgun yaz büfelerinin ve karpuz sergilerininYanıbaşında olsunVe sessiz meyhanelerin ve batık gemilerinİçimizdeki yerlerinin yanıbaşındaVe uzun gecelerde ve çocuklar görürlerken kendileriniVe sokaklar bir aydınlık gibi düşerken sokaklıklarınaVe siyah halelerle başımızdakiVardık ki, biz bunu anlatacağızDuvar duvar çizilmiş çarpı işaretleri gibiBiz bunu anlatacağızSevginin bu ölümcül biçimlerini belki.II Sordular. Sorular benim insanlarımdır. Siz bana Dökümcü Niko,diyorsunuzKendimi açıklıyorum, ölçümse kendimin derinliklerindenSanırım bir pazar sabahıydı, iki kız çocuğu sonbaharı tartaklıyorduKepenkleri indirilmiş bir dükkânın önündeVe yollardan yaban hurmalarının sarktığı—Sonbahar, belki de bir hüznün özgül ağırlığıYapılmamış Lautrec resimleri veBir mektuptu belki deBirinin bilmeden ona bir şeyler sardığıSonbahar —Ansızın K. Kilisesinin papazı tertemiz giysileriyleYanındaki iki kişiden sıyrılarak Geldi ve durdu — bunu bir iki kezsöylemek gerek —Ben onu her türlü kuşkularından tanıyordum. Dedim kiGünaydın. Sanırım iyi bir gün olacak. Pazar mıVe dedim, evinizden yeni çıkmışa benziyorsunuz Sustu, beni pek yanıtlamadıVe yüzündeki bir kayanın sımsıcak kırmızısınıDaha bir çoğaltarakİlk yarısını anlatmadığı bir olayınGerisini anlatmaya başladı ara vermedenPeki, dedim, o olay sadece sizin olacakAziz Yohanna var ya, tanırsınız elbette bu aziziTuhaftır, ben de yarıdan sonrasını biliyorum bu hikâyeninDemek oluyor ki ne siz beni tanımış oluyorsunuzNe de ben siziO benden daha önce davrandı, gidip bir evin duvarındaki çeşmedensu içtiDöndüğünde çok uzaklardan üstümüze doğruBir ayçiçeği anlaşılmaz bir şekilde çözülüyordu—Ben sarışın mı dedim, evet mi dedim —Ve K. Kilisesinin papazı dediYürümem gerekecek, dün gece eve hiç uğramadımBazı taşlarla uğraştım, bir ara bir kuş ölüsü buldumGecenin biraz eski renginde—Bir giriş noktası mı dediniz, evet mi dediniz—Doğrusunu isterseniz görebildiğim her şeyBir yuvarlağın tersyüz edilmiş şekli gibiHiçbir şey anlatmıyordu. Siz iyi söyledinizO olay sadece benim olacak.IIIHumour, diyordu İranlı Celâl ve gayrı ciddi olmakBir korunma biçimidir yahut yaşamakSaat on dört sularında idi, içkimiziİçiyorduk idi ki, bir pul İngiliz Kraliçesini gösteriyorduBir bardak uzaydan bir kesitiPencereler bir bilinmezliği sürüyordu içimizeVe doğaKonuştuğumuz bir şey gibi duruyordu, tam öyle duruyorduSıkıntıya boğulmuş kelimeler halindeBir tabağın içinde kavun getirdi KleantiBugün bir eşya gibi duruyor nedense. Ya da bir eşya onu yansıtıyor olmalı kiRakımızdan bir parça içti veGitti gitti gitti gitti gittiBen upuzun bir mesinayı sanki çok karıştırarakDurdurdum Kleanti'yiDurdurdum dünyanın bizlerine bakarakSanırım bir toplantının en tuhaf şekilleriydikVe bu toplantıydı ki durmadan olmakDurmadan olmakDurmadan olmak gibi bir şeydi ki, değildiTekdüze bir ölümün gelişinden soy almakVe gerilmek ve kalmakO bile değildi deGayrı ciddi olmak, diyordu İranlı Celâl ve humourBir korunma biçimidir yahut yaşamakYaralı bir keler balığı tutarındaVe mezat yerlerinde dolaşan adamlar gibi neden sanki böyle olduğumuzu anlamayarakYaldızlı bir boy aynasının eski bir gramofonla yanyana durması gibiBir çamaşır makinasıylaYanyana durması gibiRakımızı içiyoruz ve bütün bunları kutlamıyoruz kiTersine, İranlı Celâl ağlamaklı oluyor birazYenilmek susmak yenilmek susmakSaat derseniz artık kaçı gösteriyor kimbilirÖlülerimizi saymazsak kaçı gösteriyorSaat dersenizKaçı gösteriyor ve sormakOna söylüyorum, Kleanti'ye, elimde olmayarakBiz dünyanın nasıl bir anlamını taşıyoruz KleantiBilmem! tabakla kavuna bakıyor. Nuri'yle sol eli görünüyor az uzaktanSonra sağ eli görünüyor, onu bir gölgeden kurtararakBize doğru geliyor, elinde bir yılan balığı, aydınlıkYaratılmış ve uzun bir aydınlıkHiçbir şey söylemeden oturuyor. Havaya kaldırıyor yılan balığını KleantiHiç bilmediği bir ülkeye doğru kaldırıyorÜlkeler ki, diyor, kullanılmamış eşyalarla doldurulmuş odalar gibidir.Ülkeler ki bizim kendimizi orada varsaydığımız yerlerdirBir trenle gidilirBir yılan balığıyla gidilir. Nuri diyor kiBana nasıl geliyorsunuz bilsenizBen sizlere gitmek istiyordum, gittimBen sizlere inmek istiyordum, indimAma siz var ya, bir bakıma sizBoşluklara asılı bir istasyon gibisinizBiz neyiz, biz neyizDedik ve sustukSusmasak bizim olacaktı durmadan kirlendiğimiz.

Sürülen polislere mikrofon uzattık: Gezi'de 'kahraman'dık, 17 Aralık'ta 'hain' mi olduk?

Gezi’de ‘destan’ yazdılar, birkaç ay sonra da örgüt üyesi ilan edildiler. Türkiye’yi sarsan yolsuzluk operasyonunun faturası hırsıza değil, polise kesildi. ‘Lüzum görüldüğü üzere’ ülke genelinde binlercesinin yeri değiştirildi. Peki, onlar bu süreçten nasıl etkilendi, tasfiye sonrasında teşkilat içinde son durum ne?İstanbul’da 17 Aralık’ta yapılan ve Türkiye’yi sarsan yolsuzluk ve rüşvet operasyonunun ardından binlerce polisin yeri değiştirildi. Emniyet Teşkilatı’nda Türkiye genelinde başlatılan görevden almalar hâlâ devam ediyor. Operasyon henüz ikinci ayını doldurmamışken yurt genelinde 6 bini aşkın polis aktif görevden pasif görevlere kaydırıldı. Özellikle Terör, İstihbarat, Organize, Mali ve Kaçakçılık Suçlarla Mücadele şube müdürlüklerinde çalışan, branşında uzman binlerce tecrübeli polisin yerlerine ise liyakatsiz kişilerin tayin edildiği iddia ediliyor. Emniyet’teki bu kıyım daha ne kadar sürer bilinmez ama gelişigüzel yapılan tasfiyelerin kısa vadede görev yeri değiştirilen polisler ve aileleri, uzun vadede ise teşkilat ve toplum üzerinde ciddi hasarlara neden olacağı aşikâr. Dünün kahramanları bugünün örgüt üyesi, organize, terör ve istihbarat gibi birimlerden sürülen 10 polis ve aileleriyle görüştük. Bu süreçten nasıl etkilendiklerini, psikolojilerinin ne durumda olduğunu konuştuk.Polis 1: Kaçakçılık birimleri en az bir sene iptal18 yıllık memur P1, Ankara Organize Suçlarla Mücadele Müdürlüğü’nde çalışır ve operasyonun Ankara ayağını takip eden birim içindedir. Bu yüzden yerinin değiştirilmesi deyim yerindeyse Allah’ın emridir. Organize’deki sekiz yıllık tecrübesi sonrası onun da sonu farksız olur. P1 şu anda yalnızca nöbet tutuyor. Bütün gün boş boş oturduğunu söylüyor. P1’nin verdiği bilgiler, sürece ilişkin tespit ve açıklamaları bir hayli çarpıcı: “Devletin imkânlarıyla yıllarca bir sürü kursa tâbi tutulduk. Aldığımız eğitimler, devletin bizim için harcadığı para ve onca yıllık tecrübemiz heba oldu. Ancak burada asıl tehlike, yerimize atanan kişilerle ilgili. Çoğu sıradan memur. Ayrılmadan önce 3-5 gün birlikte çalışma imkânı bulduk. Kesinlikle Organize’de çalışacak liyakate sahip değiller. Mesleki refleksleri de yok. Oysa bu birimde çalışacak memurun en az bir yıllık tecrübesi olmalı. Kaçakçılık birimlerinde branş diye bir mesele var. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün personel için yayınladığı bir yönerge söz konusu. Buna göre branşlı personelin branş aldığı birimde çalıştırılması zorunludur. Biz branşlı personeliz. Yani kaçakçılığa atandığımızda 3-5 ay içinde yeterli performansı gösterirsek bize kurs verilir, bu kursu başarıyla bitirirsek karşılığında branş alırız ve artık başka birimlerde görevlendirilmeyiz. Bu nedenle bizim genel hizmet kadrosuna atanmamız bu yönergeye göre yapılamaz. Zaten bizim direkt atamamız olmadı, geçici görevle atama yaptılar. Kadromuz yine Kaçakçılık’ta gösteriliyor ama geçici görevle karakollara atandık. Geçici görevle atamanın şartı ise ihtiyaç duyulan birime gönderilecek personelin çalıştığı yerde herhangi bir aksaklığa meydan vermemek şartıyla görevlendirme yapılması. Türkiye’deki bütün Kaçakçılık şubeleri için söyleyeyim elimizde süre gelen işlerimiz vardı ama tayinimiz çıkana kadar bir ay çalışamadık. Bizlere hiçbir evrak tanzim edilmedi. Yerimize gelen arkadaşların işi öğrenip çalışmaya başlaması da en az bir seneyi bulur. Bu demek oluyor ki Türkiye’de kaçakçılık şubeleri en az bir sene iptal oldu. Bir de 35 yaş şartı var. Buna göre 35 yaşından gün almamış personeller Kaçakçılık birimlerine geçebilir. Yerimize geçenlerin birçoğu emekliliği gelmiş arkadaşlar.” P1, taltiflerin yalnızca cemaate mensup memurlara dağıtıldığı konusuna da açıklık getiriyor: “Eğer öyle bir iddia varsa Emniyet’in tamamı cemaatçi demektir. Zira taltifin şartları, yönetmeliği var. Kimse kafasına göre dağıtamaz. Önce şunu açıklayayım. Taltifi sıradan polislere verilmez. Yani hırsızı yakaladı diye polis ödüllendirilmez. Çünkü hırsızı yakalamak zaten polisin asli görevidir. Taltifler sadece planlı, projeli, örgütlü dosyalarla ilgili yapılan çalışmalarda gösterilen başarı, beceri ve performansa göre verilir. Örgütlü suçlara yönelik bu çalışmalar uzun sürer (en az bir sene). Kısaca normal bir polisin harcayacağından çok daha fazla emek ve zaman gerektirir. Peki, bu süreç nasıl işler? Taltif dosyalarını çalışmayı yapan şube müdürlüğü hazırlar, il emniyet müdürüne gönderir, il emniyet müdürü de bütün yardımcılarıyla birlikte dosyaları inceler. Bunlara taltif verilsin veya verilmesin diye dosyaları eler. Elde kalan dosyalar da genel müdürlüğe gönderilir. Genel müdürlükte ikinci bir elemeye tâbi tutulur. Bunu da daire başkanları, genel müdür ve yardımcıları yapar. Yani taltif sadece şubeler tarafından verilemez.”Polis 2: Ne işte ne evde huzurum varOperasyon öncesi KOM (Kaçaklık ve Organize Suçlarla Mücadele) Şube’de görev yapan P2, önce ilçe emniyete gönderilir, bir hafta sonra karakola, oradan da devriye ekiplerine verilir. Üç haftada üç kez görev yeri değiştirilen P2, henüz birkaç aylık evli. Görev yeri bu kadar kısa sürede üç kez değişince çalışma sistemi de altüst olur. Doktor olan eşiyle nöbet saatleri bir türlü denk gelmeyince aynı evde birbirlerini zor görür hale gelirler. Stres ve motivasyonsuzluk karı koca arasında ciddi tartışmalara neden olur. Yaşadıklarını şu şekilde anlatıyor: “Operasyondan bîhaberdik ama hiçbir gerekçe gösterilmeden görevimizden olduk. İstanbul’da yapılan atamalarda bir ölçü yok. Yerinin değişmesi için eski olması yeterli. KOM şubenin yüzde 99’u değiştirildi. Her gün ‘Bugün acaba nereye gönderileceğim?’ psikolojisiyle işe gidiyorum. Önümü göremez haldeyim. Ne evde ne işte huzurum var. Her yer dar geliyor. Bu böyle gitmez, hukuken hakkımı arayayım dedim. Bunu yapanların doğuya sürüldüğünü duyunca vazgeçtim.”Polis 3: Eşim bile benden şüphe duyuyor“Neredeyse suç işlediğime kendim bile inanacağım.” Organize Şube’den P3’nin ağzından dökülen cümlelerden yalnızca bu bile içinde bulunduğu psikolojik durumu özetlemeye yetiyor. Devamını kendinden dinleyelim: “Ankara Organize 140 kişiydi. 100’ümüzün tayini çıktı. Geriye kalan 40 kişi samimi arkadaşlarımızdı. Şimdi hiçbiri ne arıyor ne soruyor. Biz aradığımızda ise telefonlarımızın dinlendiğini düşündükleri için açmıyorlar. Şu anki mesai arkadaşlarım da mecbur kalmadıkça ‘paralelci’ olarak algılanmamak için asla yanımıza gelmiyor, konuşmuyorlar. Bir konu hakkında görüş beyan etmeye görelim. Hemen siz zaten paralelcisiniz diyorlar. Bu baskı ve stres ile işimi nasıl yapabilirim? Devlet nerede görev verirse orada işimizi yaparız. Ancak arkadaşlarımızın bu tarz tavırları yeni görev yerlerimize adapte olmamızı zorlaştırıyor. En kötüsü de eşim, annem ve babamın bile ara sıra ‘Gerçekten bir şey yapmadın değil mi?’ diye sorması. Bu durum boynumu inanılmaz derecede büküyor. Biz işimizi yaptık, rüşvetçileri, yolsuzluk yapanları yakaladık ama vatan haini, yaramaz adam, örgüt üyesi olarak yaftalandık. ‘Devleti zor durumda bıraktınız.’ diyorlar. Kanunlar devleti zor bırakır mı bırakmaz mı’ya göre uygulanmaz ki... Ortada bir suç varsa kanun devreye girer, polis işini yapar.Polis 4: Kişisel husumeti olanlar birbirini fişliyorTerör Şube’deyken yeri değiştirilen P4’nin paylaştığı bilgiler teşkilattaki kıyımın ne denli vahim sonuçlar doğurduğunu ortaya koyuyor: “Değişik sebeplerle birbirleri arasında problem yaşayanlar ya da kişisel husumeti olan polisler asılsız ihbarlar yapmak suretiyle birbirlerini cemaatçi, tarikatçı, Menzilci, şucu bucu diye damgalayabiliyor. Tasfiyelerden sonra teşkilatta hizipçilik arttı. Çocuğuna odasında Kur’an öğreten müdürü ‘bu da cemaatçi’ diye şikâyet edip görevinden ettiler. Özel kalemi, hatta çaycısı bile değiştirildi. İşin ironik tarafı müdür cemaatçi değil Milli Görüş’çüydü. Darbe dönemlerinde birbirlerine kuşkuyla bakan insanlar gibi bir durum söz konusu.”Polis 5: Sabıkalı kişiler göreve geri alındıOrganize’den P5’in iddiaları yenilir yutulur gibi değil. P5’e göre kaçakçılık birimlerinde daha önceden çalışmış ve haklarında soruşturma yapılmış, kaçakçılık birimlerinde çalışamayacağı tescillenmiş bazı personel de bu birimlere geri alındı. P5 bir de isim veriyor: “Örneğin E.A.’nın iki kez örgüte üye olmak ve yardım etmekten hakkında işlem yapılmış, Organize Suçlar’da hakkında açılmış iki tane örgüt davası ve disiplin soruşturması var. Bu personeli Ankara’da Mali Suçlar’a geri aldılar. İstanbul’da da hakkında çocuk tacizinden dosyası bulunan kişi göreve geri alındı.” İddiaya göre yetişmiş eleman azlığı bu tür sorunlu isimlerin de atanmasını kaçınılmaz kılıyor.Polis 6: ‘Paralel ev’ yalanının aslı“Sabah Gazetesi’nde Emniyet’in paralel evleri, ofisleri diye manşetten bir haber yayımlandı. Sanki bu polisler bağımsız ev tutmuş, orada Emniyet’ten, devletten gizli işler yürütüyormuş gibi lanse edildi. Bu tamamen yalan. Ankara’da bizim hayalet dediğimiz ekiplerimiz var. Bu ekipler tanınmamak, deşifre olmamak için emniyete gelip gitmez. Çalışmaları amacıyla Kaçakçılık Daire Başkanlığı tarafından Çankaya’da ev tutuldu ve bizzat kirası devlet tarafından ödeniyor. Hayalet ekiplerimiz de bu evin bir odasını ekip olarak kullanıyor. Yani tamamen yasal bir ofis ve bütün kaçakçılık şubelerinin kullandığı bir tekniktir. Ama basında paralel ev, ofis şeklinde yer aldı. Emniyet bunu yalanlamadı. Emniyet, medyanın insanları manipüle etmesine izin veriyor ve maalesef insanlar bu haberlere inanıyor.”Polis 7: Yanımda Fethullah Gülen’e ağır ithamlarda bulunup tepkimi ölçmeye çalışıyorlar15 yıldır Narkotik Şube’de görev yapan ve cemaat ile herhangi bir bağı bulunmadığını dile getiren P7 de binlerce meslektaşı gibi ‘lüzum görüldüğü üzere’ tayin edilir ve Koruma Şube’de geri hizmete alınır. P7 yeni yerinde karşılaştığı ağır olayları şu şekilde özetliyor: “Cemaat ile herhangi bir bağlantım yok. Ancak yerim değiştirildiği için ben de cemaatçi olarak yaftalanan arkadaşlar gibi işyerinde kötü muamelelere maruz kalıyorum. Örneğin mesai arkadaşlarım yanımda Fethullah Gülen ile ilgili çok ağır ithamlarda bulunup nasıl tepki vereceğimi ölçmeye çalışıyor. Geçenlerde “Burada gerekirse rüşvet alınır. Sen de yavaş yavaş alışırsın. Bunun geçmişte aldığınız taltiflerden ne farkı var?” diyerek dalga geçtiler. Onca yıldan sonra bu tarz tavırlar çok ağrıma gidiyor. Eski görev yerimde çok sevdiğim saydığım amirlerim vardı. ‘Paralelci’ olarak yaftalandığımız için benim yüzümden onlara da zarar gelir, görevlerinden edilirler diye ziyaretlerine gidemiyorum. Aramaya bile çekiniyorum. Bizde komiser yardımcısı dahi amire, ‘ben şu memurla çalışmak istemiyorum’ dese, o memur ağzıyla kuş tutsa gönderilir. Kendi adıma 20 yıllık memurum, bir kere bile böyle bir olay yaşamadım. Sicillerimiz incelensin, yüzde doksanımızın en ufak bir disiplin soruşturması dahi yoktur. Yaş haddine 10 yıl olmasına rağmen mayısta maaşsız emekliliğim doluyor. Aynı baskılar devam ederse istemediğim halde emekli olacağım. Görevden almaların fişlemelere göre yapıldığı bariz ama sadece cemaate mensup olduklarını düşündükleri kişileri görevden alsalar çok dikkat çekecekti. Bu yüzden benim gibi alakasız kişileri de yaktılar.”Polis 8: Davayı kazansak bile daha kötü yerlere tayin edileceğiz“Hukuki yollara başvurduk ama davanın sonlanması aylar sürecek. Ayrıca kazansak bile geri döndüğümüzde bizi şubede çalıştırmayacaklar. Bu durum sadece bu olaya mahsus değil. Emniyet Teşkilatı’nın her zaman yüz karasıdır. Çünkü idarenin iş ve işlemlerine dava açmak, idareye karşı çıkmak, ihanet etmek, teşkilatta emri sorgulamak gibi anlaşılıyor ve kara listeye alınıyorsunuz. Atama, terfi, yer değiştirmelerde mutlaka karşınıza çıkıyor. Yaşanacak süreci peşinen söyleyeyim. Davayı kazanıp şubelerimize geri gideceğiz ve 3-5 gün içinde müdür bey, ‘Bu personel uyumlu çalışmıyor, emre itaat etmiyor.’ diyerek hakkımızda rapor tutacak. Onun sözü delil kabul edilecek, kınama ve uyarma cezası verecekler bize. Bunlar re’sen verilen cezalar olduğu için yargıya taşınamayacak. Tekrar tayinimiz yapılacak. Bu sefer büyük ihtimalle çok daha kötü bir yere gönderileceğiz. Psikolojik bir yıldırma söz konusu olacak ama yine de bu bir hak arayışıdır. Ne olursa olsun hakkımızı arayacağız.”Polis 9: Operasyon ne zaman yapılsa zamanlama ‘manidar’ olacaktı!“Başbakan’ın çok başarılı biri olduğunu düşünürdüm. Hâlâ da aynı fikirdeyim. Geçmişe bakarsak ülke adına güzel işler yaptı ama bu süreçte bir memur olarak beni müthiş hayal kırıklığına uğrattı. Bir Başbakan neye istinaden bu kadar yalan söyler, nasıl bu kadar küçülür? Bizi toplum nezdinde itibarsızlaştıran iftiraları karşısında şaşkına uğradım. Operasyonun, zamanlamasının manidar olduğunu söylüyor. Neyi manidar? Organize suçlarda en az üç kişinin suç işlemek için bir araya gelmesi ve bu suçun süreklilik arz etmesi gerekiyor. Dolayısıyla adam bir kere suç işlediğinde yakalayamazsın, yakalarsan örgütlü suç olmaz. Türkiye’de yapılan bütün örgütlü suç soruşturmalarına bakın bir, seneden önce hiçbir operasyon yapılmamıştır. Çünkü suçun sürekliliğini ispat etmeniz lazım ki, bu olay örgütlü olmuş olsun. Toplum, medyanın yalan haberleriyle manipüle ediliyor. Emniyet’ten bir yetkili çıkıp da bu tartışmaları sonlandıracak gerekli açıklamayı yapmıyor, örgütlü suçların sürekliliği olması lazım demiyor. 14 ay örgütlü suçlar için çok kısa bir süre. Diğer dosyaları takip edin iki sene, üç sene izlenenler var. Farz edelim ki bu operasyon yapılmadı, seçimden sonraya bırakıldı. Önümüzdeki sene cumhurbaşkanlığı ve genel seçim var. Dolayısıyla bu operasyon hangi tarihte yapılırsa yapılsın zamanlama manidar olacaktı.”Polis 10: Kurumsal hafıza yok oldu, sokaklar artık güvensiz“İstihbarat ve terör gibi hassas dairelerin kısa süre içinde değiştirilmesi, ülke asayişini çok olumsuz etkileyecek. Zira bu birimde çalışanların örgütler içinde samimi oldukları muhbirleri vardı. Bu muhbirler sayesinde önemli istihbarat toplanıyor, operasyonlar düzenleniyordu. Bu kişilerin yerlerinin değiştirilmesiyle hem kurumsal hafıza yok oldu hem de tecrübe. Bu değiştirilen şubelerde devam eden bir sürü operasyon mevcuttu. Terör, uyuşturucu, mafya, çete ve hırsızlık gibi suçlarla ilgili birçok çalışma bu tayinlerle sekteye uğramış oldu. Bu da haliyle asayişin bozulmasına, sokakların güvensiz olmasına etki edecek. Zararını millet çekecek. İstanbul başta olmak üzere diğer büyük şehirlerde yakın zamanda kamuoyunu etkileyecek çapta terör ve asayiş olaylarının olması, son senelerde sıfırlanan faili meçhul olayların tekrar artması ihtimali yüksek. Toplumsal olayları yönetmek için tecrübe lazım. Bu tecrübesizlik birçok olayda yanlışlar yapılmasına, belki de olayların çığrından çıkmasına sebep olabilir.”AK Parti’den adaydım, bir daha oy bile vermemS.T. 39 yıl emniyet teşkilatına hizmet eden emekli emniyet müdürü bir baba. Oğlu da 17 Aralık öncesi İstihbarat’ın onlarca takdirnamesi, üstün başarı belgesi bulunan gözbebeği şube müdürlerinden biri. O da binlercesi gibi hiçbir gerekçe gösterilmeden pasif göreve çekilir. Oğlunun onca başarısından sonra pasif pozisyona çekilmesi babayı derinden etkiler. Son seçimlerde AK Parti’den milletvekili aday adayı olan S.T., oğlunun psikolojisini altüst eden bu partiye bir daha asla oy vermeyeceğini söylüyor ve konuyla ilgili duygularını şöyle ifade ediyor: “39 sene teşkilata hizmet etmiş biri olarak söyleyeyim. Cumhuriyet tarihinde komünist zihniyetin hâkim olduğu dönemler de dâhil Emniyet’te bu denli büyük bir kıyım yapılmadı. Hırsızlıkların üzerini örtmek için hem emniyet yakıldı hem de sivil masum insanların geleceği ateşe atıldı.”‘Oğlun örgüt üyesi’ demesinler diye dışarı çıkamıyorumBir diğer polis babası T.Y. 66 yaşında bir çiftçi. Yıllarca elinde avucunda ne varsa oğlunun eğitimine harcamış. Oğlu da ailesini utandırmamış, akademiden dereceyle mezun olmuş. Operasyon öncesi KOM Şube’de emniyet müdürü olan oğlu şimdi karakolda çalışıyor. Bu olay yaşandığından beri ne eşinin ne kendisinin gözüne uyku girmediğini ve ailesinin bu süreçten çok olumsuz etkilendiğini anlatıyor: “Oğluma örgüt üyesi diyorlar. Vatanına hizmet etmekten öte ne yapmış? Başbakan’ımızın sözleri bıçak gibi batıyor kalbime. ‘Konu komşu, oğlun da mı örgüt üyesi, devleti mi yıkmaya çalışmış’ diyor. Bunları duymamak için evden çıkamaz hale geldim. Üç torunum var. Okul arkadaşları paralelci diye dalga geçiyor. Hepimizin hayatı altüst oldu.”‘Lüzum görüldüğü üzere’ yeterli bir gerekçe değilPolis Akademisi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar:Kanunların kendilerine verdiği yetkiye dayanarak operasyon yapan polisleri görevden almak, kanunları askıya almak demektir. Bu şekilde yolsuzlukların üzerinin örtülmesi, polisleri etkisizleştirmektedir. Seyir halindeki bir uçağın pilotunun görevinden alınarak, yerine deneyimsiz bir pilotun verilmesinin doğuracağı olumsuz sonuçlar neyse, alanında uzman ve işini sağlam yapan polislerin görevlerinden alınarak yerlerine deneyimsiz polislerin getirilmesinin doğuracağı olumsuz sonuçlar da odur. 6 binden fazla polisin görevlerinden alınması, onların farklı şekillerde yaftalanmasının bireysel sonuçlarından çok Türkiye’nin güvenliğine ve uluslararası saygınlığa darbe vuracağı açıktır. Teşkilatın toplum yerine iktidara hesap veren bir yapıya dönüşmesi, polisi toplumun değil, iktidarın polisi yapar. Bu da polisin tarafsızlık ilkesini ortadan kaldırır. Hukuk devletinin temel esası olan herkesin kanunlar önünde eşit olduğu ilkesinden söz edemeyiz. Polislik mesleğinin profesyonellikten uzaklaştırılıp, polisin iktidarın bir maşası haline getirilmesi, polislik mesleğine olan ilgiyi de azaltır. Polisliğin vasıfsızlaştırılmasından en çok suçlular fayda görür. Emniyetteki bu itibar kaybının düzeltilmesi için polisin hesap verebilirliği yeniden düzenlenmelidir.Avukat Cüneyt Toraman: ‘İdarenin bütün eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi olması’ (AY.125.mad.), idarenin her işlem ve eyleminin, haklı ve makul sebebinin olmasını gerektirmektedir. İdare, herhangi bir personeli için idari tasarrufta bulunurken, bu tasarrufunun ‘gerekçesini’ bildirmek zorundadır. Yani ‘Lüzum görüldüğü üzere’ gerekçesiyle görevden almalar yeterli bir gerekçe değildir. Kamu görevlisi hakkında tesis edilen işlem açıklanan gerekçeye uygun değil ise yargı yoluna başvurabilmelidir ama gerekçe belirtilmediği için yürürlükteki mevzuat ile kamu hizmetlerinin kesintisiz ve etkin bir şekilde yürütülebilmesi için idareye oldukça geniş bir ‘takdir yetkisi’ verilmiştir. Ancak bu yetki, işlemin amaca uygunluğuyla sınırlıdır. İdare, makul ve haklı bir gerekçe belirtmediği takdirde, işlemin iptal edilme ihtimali oldukça yüksektir.Polisi Koruma Platformu:Görev yeri değiştirilen memurların aile düzeni bozuldu, çocuğu okuyan memurlar büyük sıkıntı içinde. Bununla birlikte sosyal düzen de bozuluyor. Aile içinde tartışmalar yaşanıyor. İşte asıl psikolojik sorunlara sebep olan bu düzenlerin bozulması intiharlara kapı aralıyor. Bilindiği üzere 2013 yılında intihar eden polis sayısı 52, bu bir dünya rekorudur. 2014 yılı başında iki meslektaşımız intihar etti, bunlardan biri ne yazık ki eşini vurarak ölümüne sebep oldu. İntihar sebepleri olarak birçok madde sıralanabilir ama ilk sıralarda bu yer değiştirme ve kurum içindeki mobbinglerdir. Buna rağmen Emniyet Teşkilatı’nda hiçbir memur psikolojik destek almaz, alsa da gizli saklı alır. Bilir ki psikolojik destek aldığı öğrenilirse özellikle amirleri tarafında deli muamelesi görmeye başlayacaktır. Ardından psikolojik teste tâbi tutulup pasif göreve çekilecek ve belki de silahı elinden alınacaktır. Zaten EGM’nin psikolog kadrosu oldukça az, onlar da bürolarında sinek avlıyor. Çünkü memurlar kurum psikologlarına başvurmaya çekiniyor. Psikoloğa anlattıklarını, ertesi gün amirinden dinliyor.Psikolojik Danışman Hasan Ali Göncü: Mesleki geleceğini tehdit altında hisseden, kariyeri açısından hiçbir beklentisi kalmayan bu insanların çalışma motivasyonu ve performansları çok fazla düşecektir. Yeni görev yerlerinde arkadaşları tarafından uygulanan mobbing uzun vadede onları tükenmişlik sendromuna itebilir. Mesleki yaşamlarındaki bu ani ve travmatik süreç onları depresif ve daha kızgın yapabilir. Bu durum yalnızca polislerde değil, ailelerde de travmatik bir değişim oluşturabilir. Çocukların okul yaşamı olumsuz etkilenir vb...

8 Şubat 2014 Cumartesi

Kitap Yorumu: Kâğıttan Kentler - John Green

Bir John Green fırtınasıdır gidiyor. Aynı Yıldızın Altında, Alaska'nın Peşinde derken Green'in Türkçede yayımlanan son kitabı Kâğıttan Kentler oldu. Pegasus Yayınları'nın yine ciltli bastığı kitabı çok sevgili bir dostum ile beraber bir tür yeniyıl değiş-tokuşunda almıştım. Yani şöyle oldu; "Neden birilerinin bize hediye almasını bekleyelim, (Zaten kimse almayacak)" dedik ve ikimiz de istediğimiz kitapları birbirimize aldık. Ben ona defalarca övdüğüm Aynı Yıldızın Altında'yı aldım, o ise bana Kâğııttan Kentler'i. Hemen o gün kitapları değiştik ve ta-da! Galiba bu işten en zararlı çıkan o oldu çünkü geçtiğimiz günlerde bana ne kadar etkilendiğini anlatıyordu.Margo Roth Spiegelman, Quentin Jacobsen'in çocukluğundan beri uzaktan izleyerek hayranlık duyduğu komşusu. Margo popüler. Margo güzel. Margo zeki. Margo farklı. Margo maceraperest. Quentin, daha çok seslenildiği adıyla Q, ise onunla çocuklukta bir süre oynamış sıradan bir çocuk işte. Uzun zamandır doğru düzgün konuşmamışlar. Ancak Q, Margo'nun imza attığı aktivitelerden haberdar. İçten içe tek dileği çocukken olduğu gibi onlardan birine davet edilmek.Margo'nun Q'nun hayatına yeniden girişi ani bir şekilde oluyor. Bir gece çocukcağızın penceresinde beliriyor. Tamamen aksiyona hazır vaziyette. Onu maceralarından birine davet ediyor. Bu zamana kadar bu tür şeylerden uzak kalmış ve mezuniyetine haftalar varken yakalanmaktan korkan Q başta çekingen davransa da konu Margo olunca ister istemez kabul ediyor.Margo ve Quentin'in macerası böylece başlamış oluyor. Tek bir gece olsa da Q, Margo'nun değişik ve hiç bilmediği yanlarını keşfediyor. Aslında âşık olduğunu düşündüğü kız olup olmadığını sorguluyor. Ve Margo o kadar kafasını karıştırsa da bir sonraki gün herkesin içinde görüşeceklerini düşünüp umutlanıyor.Instagram @darkshadowisbornBir sonraki gün Q'nun umutlarının yok olmaya başladığı gün oluyor. Margo onunla görüşmek şöyle dursun, bir anda ortadan kayboluyor. Daha önce de bu tür vukuatları bilinen kız için endişelenen tek kişi elbette Q oluyor. Günlerce süren arayıştan sonra Margo'nun geride bıraktığı ipuçlarını keşfediyor. Onu bulmayı kafasına koyuyor. Böylece Quentin'in macerası da başlamış oluyor.Kâğıttan kentlere gideceksin ve geri dönmeyeceksin.Margo'nun ipuçlarını takip ederken o gece tanıdığından çok çok daha farklı bir kız olduğu ortaya çıkıyor. Ona hayran kalıyor, ondan korkuyor ama en önemlisi onu bulmak için yanıp tutuşuyor.Kâğıttan Kentler, John Green'in beni yine şaşırtmaktan çekinmediği bir kitap. Bir sürü kelimesinin altını çizmek istedim. Q'nun cümlelerinde kendimi buldum. Margo'ya hem sinirlendim hem de hayran oldum.Margo aslında Alaska'dan yola çıkarak beklentilerimi oluşturduğum türde ama biraz daha farklı bir karakter olarak çıktı karşıma. Alaska'nın diğer kitaplardaki kadın karakterlerden farklılığı beni çok etkilemişti. Böyle düşünenleri hayal kırıklığına uğratmayacaktır Margo. John'u sevmemin nedenlerinden biri de bu sanırım. Her seferinde çok farklı hikâyelerle çok farklı karakterleri anlatabiliyor. Üstelik öyle değişik bir üslupla yapıyor ki her seferinde şaşırıyorum.Kitaptaki yan karakterler de John Green esprilerinden nasibini almış; eğlenceliler. Okurken bir kere bile sıkılmadım. Heyecanla Margo'nun geri dönüşünü bekledim. Lâkin ondan bir yıldızı almamı sağlayan ve beni üzen de bu oldu. Margo'nun "dönüşü" beklenmedik ve kırıcı bir şekilde oldu. Kendimi Q'nun yerine biraz fazla koymuş olabilirim ama ortada kalmış gibi hissettim. Kalbim kırıldı.Yine de John Green'in hikâyelerinden hoşlananların kesinlikle kitaplığına eklemesi gereken, eğlenceli, şaşırtıcı, duygusal ve derin bir kitap Kâğıttan Kentler. Tavsiye listeme girdi bile.Puan: 4

3 Şubat 2014 Pazartesi

Böyle olur vatozların göçü

Bazı dönemlerde bir çok hayvan türü ideal yaşama ortamlarına periyodik olarak göç eder. Bu büyük göçler bilim adamları tarafından oldukça ilgi görür ve takip edilir.Meksika'nın Baja Kaliforniya Sur Körfezi'nde devasa vatoz balıklarının şaşırtıcı göçü ise ilk kez görüntülünebildi."Munkiana Devil Rays" olarak adlandırılan Orta Amerika sahillerinde sıkça rastlanan bu vatoz balığı türünün nereye göç ettiği ve göç etme sebebi ise tam olarak belli değil. Yapılan tahminlere göre vatozların beslenmek amacıyla göç ediyor olabileceği söyleniyor.Büyük vatoz göçünü ilk kez görüntüleyen ve bu fotoğrafıyla da 2010 yılında çevre fotoğrafçılığı dalında ödül kazanan Florian Schulz, bu alanı 20 yıldır inceleyen rehberinin bile böyle bir şey görmediğini ifade ediyor.Bilim adamları arasında bu balık türünün gelecekleriyle ilgili büyük bir kaygı var. Vatozların sayısı, düşük üreme oranı ve balıkçılar tarafından avlanma nedeniyle iyice azaldı.Yapılan araştırmalara göre, her dişi balık sadece bir tane yavru dünyaya getiriyor.