28 Aralık 2013 Cumartesi

Sürgün, A.Oktay

SÜRGÜN                                                                                                       "Sevgili Sürgün, bulunduğun bütün                                                                                                         kıyılarda"I.Karın yabanıl tınlaması kesilinceHerkes ölülerini toplardepremin, donmuş belleğinve tarihin kalıntısı altından            Ey aşk ve av saatlerinin omurgasını anısız bir haykırışlasavuran gel-git zamanının ay çekimi ölüler            Ey uzun ırmakların, yaz göklerinin, ekim ayının tutsağıve uslanmaz özlemcisi            kalır ardında bozkırın sanrısal sesi            ve yalçın kayalar.Şaşkındır harmanın soylu korosu,ne büyük ilkyazı muştularne dölün güvenli ayak izini;yas'ın ergimesidir duyulan.Sen mevsimden ürken Sürücücoğrafyayı dağlayan,unutuldu ağıt yakıcılaryüreğin başkaldıran ilk Söz'ü;yıldırıcı gecedir fışkıraniris çürümesi ve cıvalanmatopraktan, soğuk su kaynağından            Ey bakır sesli Sürücü, yayılır dağ çeşmelerininserinliği sağ avucundan            koruların hışırtısı diyorum sol avucuna            rüzgâr ve güneşle dövülü kadın yüzlerinin tarrakasıbunlar da            geçip gidiyorsun tahta köprülerden            Sana derim: Gün geldi, inceltiyor bıçağı çakmaktaşınınkavı, taşkınlar ve büyük yangın, ey göğsünde bin yıl            barındıran çoban yıldızının, ilk tekerleğin, su bilimininyılı            tohumun menekşe vakti nicedir yağmalananGücünü ve sabahını kuşanmış vakituykusuz bilgenin, gerilmiş kasın vakti:Sızıyor anısı yitik şölenlerintoprak testilerden, duvar yazılarından.Herkes bilirdi şölen ayını: Mayıs,kırk günlük yoldan gelirdin çavlansı Ozanduru sedefler korosuyla.Oğlağındı tehlikelerve şimşeği yağmur öncesininaşkınsa havayı aydınlatan.Gebelerdi sözün coşkusuylatoprakçıl ve yiğit halkınıve bütün su kaynaklarını            Kavmim derdin, sonsuzun kabuğunu soluyan            gecenin büyülü kemiği kavmim Ey Şair sasılıyorsun Sözlüğü açınca:            Mayıs, beşinci ayı yılın.Dağıldı uğultulu şölen alanı,şimdi ölüm ve yalnızlıksözcüklerinin biricik anlamdaşı            Biçimledi çünkü kendini bozkır, özlemin iyonu da çatırdıyor sürgün yazıcıların alnında;            yel değirmeni, yıkık direkler, susama ve asit akşamının gıcırdayan yük katarları            uçurum dönencesi ve fırtına            keskin bir hüzün kokusu, kadıncıl ve erkek, gurbetçiliğin avadanlığında ve omurunda kentin            ve bitimiyle soydaş olan            ele veremedi o alnı daha,            gümbürdüyor yasasında granitinBayat ekmeğin ve tuzunve toprağın ey Sürücü,malgamamsı han pencerelerininıssızlığa açılan kepenkleriniaç kargaların çığlıklarını anlat bize.Nasıl bir bitkidir afyon            yarasa            nasıl bir kuşve ölü doğan çocuklarınbuğu var mıdır gözbebeğinde?            Anlat lodosun dipsiz kuyusunu da             balıkçının yolunu tıkayan,            kuraklık ve soygun yılını:            kararan su güğümleri, ince boyunlu göçmenler            içimde paslı bir sıkıntı olan kent, hâlâ kulaklarımdao uğuldayan lav, akıp giden tebeşirsi saatler,solgun yüzlere bulaşan yüzyıllık is            geçmişin ve geleceğin sesinde, biz ki yalnızlık veacı bulduk ataların ve toprakların terekesinde            anlat Sürücü ve bildir            sözün anahtarı kimde?Savrulup giderken gördüm herşeyisavrulup giderken:Altın ve buğdaybarbarlık ve kumtaşıl ve beden            Bilmiyorum da Sözlüğümden daha umutsuz bir fırtına, yanyana duruyor öksüzlük ve gurbet, gözyaşının aylası da sevincinki kadar görkemli kullanımları tüketiyorum, nerdeyse avucumda atacak denizin bir siklon ağzına benzeyen kalbi            bir kez daha uyanıyor içimde ağıt            ve gamlı bayram sabahı haliyle taşraYüzünün ağrıyan yanınıdurmadan bir dağa yaslar taşra,çünkü umutsuzluktur yolve ürkünç bir durulukladamlar yalnızlık manzaradan.            Su içmeyecektir artık taşra            doğurmayacaktır da            yalnızca haykıracaktır:Ey gök            acıyı ve konuşmamış ağzı sensin yıllardır mayalandıran            kar kesildi ve ölülerimi topluyorum            çıkıyor kapıların önüne kadınlar, çocuklar, cansıkıntısıkükürdünü tutuşturur sesinbölüşür kuşun kanını çocuk,çiftleşir bir elmas hışırtısıylakadın günlüğünü tutar gurbetin.Karın tınlaması kesilincesiler camın buğusunu yolcu:Donmuş kurt sesidir ova,kemikle büyülenengururla vurulan kurt sesi.Açlığın körelttiği bilgelikyalnız ve obur Phallusçiçek salgını ordadır.İnsan her şeyle ilenir Tanrı'yaköpek havlamaları ve acıyla.            Soylu dünya bilgisidir acı            kendini ete ve tarihe yazanKar kesilincedönüpte en büyük oğul;            kıyının kör gözlü düzyazısını, suskunluğu ve avcının getirmiştirkırık yayını            dinginliğini hayvanın ve aletin            dölyatağının ve sesin;adını kütüğe işleyince:Kazdım ürkünç Kasım göğünübir betimleme sağnağı yeniden:İçimde gezinen üzgün yolcu,klavsen tınlamalarının tayfunuulusların ve ülkelerin karmaşasından gelen,daima kalıyor oteller ve karkentin ve yüreğin ölgünlüğünden.Direnme yuvası ve buluşmadır kentBoris Vian'ın saydam Sözlüğünde,bense ytong diye yazıyorum ve suskundarmadağın olmuş Sözlüğüme;kesiyor özsuyumu otellergeçen zamanın alın kemiğiyleKaçının önünde irkildimkaçının odasında ey durmadan Giden,tasalı gözlerin ve tufanın anısıyla.Biçimlendirdim de elbetyalnız bedeni, yolu, denizaşırıyıgezginliğin yabanıl ormanını ve sulfatasınıaşkım ve silahım olan sözcükle            Yine de büyülenmişiyim o sulfatanınEy göçebe! Duyum ve sürenin kurdu            çay bardakları, faturalar, bir gövde harmanı            kalıyor ardında.Ama onlar da kaçak İbranîgeliyor aynı umutsuzluk soyundangeride bıraktı onlar da sabahın yıkıntısınıkentleri, ölüleri, adlarıdaha da dönecekler dünyanın anaforunda            Dünya! Kaç kez yitirildi gömün bulundu kaç kez,            ulusların tozu parlıyor mavimsi zırhında            diyeti oldun bilgeliğin, sapan ve şiirin sunusu, işte            doruklarını sıralıyorum: Everest ve Filipin Çukuru, uzanıyorumilk limon ağacının gölgesine            hâlâ diridir engebelerini aşan savaşçıların veermişlerin ayaklarındaki sızıİşte yeniden çöle düştü İbranice:Toprak diyor, ekim zamanıyurdum, barınağım ve aşkımdurmadan sizleri arıyorum işte.Bende kaldı hep yiten bedenlerin acısıinanmasam da duygunun simyasınadağ çöktü ve su dondu, bende kaldı.Yolcu! Yurdun olmayacak daha bir süre,yalnızlığın ve büyük susuşunçeliğini kuşan, bekle.Ardında tipiye çevirdi Kasım göğüsözcüklerim de savruluyor işte.Söndürmez artık hiç bir asitgöğün ve gözlerimin yangınını,kar da ürkütemez, yaralı kuş dadüşsel yüzün kadar yüreğimiBen en büyük oğuldönüyordum azgın deniz akıntılarındançürümüş ağaç köklerinin akkorundan.Toplanmıştı ölüler;yazdan kalma bir deniz hayvanınıngarip parıltılı omurgasısürüklenip gelmişti nasılsave irkiliyordu yolcularrastlamakla kendi anlamına:SürgünDaha haritası çizilmemiş, soy kütüğü tutulmayan Sürgüntoprak adamları ve dülger oğluydu ilk ataların,bir armağanı mıydı ki bengi göğüntarih aşılanmıştı alınlarına.Sende yazıldı bakır çağı çölünimzan okunuyor uygarlığın paslanmaz defnesinde.II.Ben en büyük oğul            büyülerim geceyi hançerlekıyıyla doruğun özleminiyüreğin öcünü kille            yüzü sözcükle.            Ey büyü, öncüsü soyumun, tipi kapımızda, düşünceyse bileniyor umutsuzluğun operası ve yarın'ın olduran yalımıyla            Ey büyü! Harmanlayan çölün kumunu ve ormanın tehlikesini, istemi körüklüyorsun bir yandan da            karışıyor yıkılan duvarların uğultusuna kır çiçeğinin yağmurlu sesi, cevherlerin çakmaklanmış simgeleri de kazmanın sondanın hurrasına            yine de biçiyor taşıtların gürültüsü şiirin tamamlanmamış Atlas'ını, naylon ve plastik            tutsağın solgun menekşe gözü, cana kıymayın kristalden altbaşlığı            ah ne zaman kutsanacak bu toplamın Bulucusu?            Kutsayalım ve bilelim: Yalvaçların oldu bütün çağlar. Silahlarımız dursun şurada: Acıya dayanıklı bir Yürek ve yepyeni bir Sözlük            Madencinin lâmbası ve kandili Ozan'ın            aydınlat yolu            Hesaplayan suyun sinüsünü, uyduların yörüngesiyle boyanan Samanyolu dalgacısı            sen ya da kahve masalarına tozlu bir yalnızlık bırakan, resmin çizili bütün ikindi yağmurlarınaKaynak ustası sesleniyorum sana dasana tohumu savuransana durmak bilmeyen Yolcusana Yazıcı;işte her şeyden konuşmanın zamanı:            Eldir ekmek ufağını toplayan ve orağı tutan, yontan fildişini ve bağbozumu akşamının            erguvanını, iklimi derleyen hamaratlık            soylu işçisi dişiliğin            kömür de yok sensiz platin de, akarsuyun aklını karıştıran, dölleyen rengi ve göçmen kuşlar enlemini            nilgindir ereğin ey kireç tenli geceyle söyleşen, bitecek gibi de değil bu her dakika artan hüner, şimdiden leylağın ve fesleğenin kokusuyla yüklü Oğulcuk            nice şeylere yaraşıyorsun cıvataya, törenlere, ölü gömmenin demir dişli acısını da unutmuyorum, dağıtılmış Ekim gecesini şahdamarından tutuşturan Devrim'e ey özdeyişler tarlası            tınısı çağların dikenli derisini kendinden geçirenFlavta            cesaretle yazıyorum Özdeş sözcüğünü            yükselen Kuğu şarkısı            Yürektir mevsimle birlikte göçen. Kaldı ölü kuşlar ve yapraklar            kaldı bir ev: Oğulun ve kızın sevecen yüzü küfleniyor henüz şamandıranın solnu kesen sözlerin anısıyla, Ana da gün adlarından dünyasalın kırını imbikliyor            bir Yazıt olan dünya, bir Tarih olan dünyaYürektir cevapsızlığı yüklenen            Ey yürek            yaz bir yere çöl rüzgârlarının görkemli adını, ölülerini vermeyen denizin hesabını tut            Salı ve Perşembe pazarlarının hesabını tut, tunç ayaklı tütünün ve yelesi kabarmış pamuğun            tut soluyan yaz akşamının perçemini, terini sildi ve çok oldu oturalı toprağa            kara ve soylu zeytini de meze yapıyor ve yüzyılların damıttığı Anadolu hüznünü                                                              ey                                                              daha da taşıyacağımız vazgeçilmez urba,            besini burcunda hazineler savuran belleğin            Temmuz denizinin yarı çıplak bekçisi ve dolunay kolcusu: Bilgin artsın diye acılar            vardın ilk kutup seferinde ve son uzay kenetlenmesindeEy olanaklar:bulunmuş ve bulunacak yazıtlar,kükürt ve buzul yolununey gökgürültüsünü durultan flamalarhırs, istem ve bulgu;dalga mekaniği ve zerdali çekirdeği,onu bulan, gömen ve sulayanmavi gözlü şaşırtıcı çocuk.Tarihi ezberleyemeyen yapan çocukların olanağıve ŞiirYürekledirYazıcılar, size derim:            Kim ki ekiyor ve biçiyor kim ki otlatıyor kim ki kardeşinin çobanı kim ki sözünü ve tövbesini bozmuyor            çiçek üstüne olsun,            kim ki yolunu buldu ve asla dönmüyor kim ki soydaşını kınamıyor ve güçsüzlükten utanıyor kim ki acıyı zorluyor ve şarkı yaratıyor            Esin ve Kurtuluş üstüne olsun;            Ekmek ve İçki üstüne olsun kim ki bir sofra kurdu ve suyunu sebil etti kim ki sözünü kullanıyor ve kardeşçe bir öğüt çıkarıyor ve kim ki aşk ve inan duyuyor ve paylaşıyorSize derim Yazıcılar:            kırağı düşmüş Mart sabahının ve odalarla alanların meyvesini deren kahkahanın Yazıcıları, güçlülük ve doğurganlığın            kanla yazanlar öyküler gerçek olsun diye bilgelik ve hoşgörüyü kuşananlar. Böyle kazanılır acımasız bir bilek, depremsi bir anlalatımla da sarsın Yazgı'nın mazgalınıSilahlandıranlar ve İkramcılarsize derim:            Sabaha gebe gün bitimi, acı da sevince. Gene de kollayın yürek kırgınlığını, telâşını ölümlünün.            Suyun vakti döner, sözcük de bin türlü kullanır, bilinçse sonsuz bir tohum.Size derim: Yasasızlık olmadı mı Yasa?            Kollayın: Çoktur menekşenin çeliğe su verdiği, el kitabı olduğu üzüncün deGezgin büyülüdür fethedilmemişin gizemiylesavaşçının kargısı sonunda uzlaşır ölümle;sense bedenin ve ruhun acısına adandın ey Sürgünanıtın yok ama ülken heryerSimyanın yitik bilgisi SürgünBedeli ödenmemiş, ödenmeyecek SürgünYalnız benzeriyle konuşabilen SürgünYazıcısı çoğalmayan SürgünIII.            Yaşamım sana sunuldu sözcük: Geri çeviren dünyayı, yeniden kuran abanoz kükreme            Gecenin ödağacı tütüyor, kapandı ulular çağı. Gülümsüyor bana yeşilimsi kadavra            Bir andaç: Umutsuzluğuyla dünyanın bir görünümü ve parlıyor şafağın kayatuzu dişlerinin arasında. Daha okunmuyor bildirin ey Muştucu            Bir im: Yazıtı bulunmayacak, yaşamsa iz bırakmıyor kıvılcımlanan acısından. Bengisu da yok toprağın sürülmesinden, demirin dövülmesinden başka            Yarılmış göğsünde çakılları yansıyor Sürgünlük Kıyı'sının körletici, sağırlaştıran manyetik tınlamalarla            ve ürkünç kalıntısı siklon günlerinin:            Kaynağını yitiren Büyük Cümle: Yabanıllıkları karşılayan, her şey işte, yürek ve akıl bağları, kâğıtlarda unutulup giden bütün o gömü; o betik ki ölü sevdaları derliyor, sözleşmeler ve işe sonverme belgeleri ve bulantısı dökümhanelerin, ıssız bayram akşamlarının, daha ağzın içindeyken paslanan o sözler:Şarkıyı bir kılıç gibi sevdimsesini ılıman bir kıta gibi sevdim,bir yabandım ben. Yurtsuzve baharsızizinli bir erdim            ey gemicinin ve şairin şarkısını çevreleyen taşılsı küf, bir yalnızlık hep ertelendi okunması. Ey öncülerin yolunu tıkayan            Leş akıntıları gözlerinde geçmişle iç içe, geleceğe gebelenmiş. Yine de soylu bir alaşım tüyden ve spermadan, bulutsuların gümüşünden ve tozundan patikaların            ve daha Yalvaç'ı belirmeyen oteller soyu: Yoksul, dilencisi iyotun, duyulmuyor yaz güneşinin hışırtısıda, bitkin, toprağı nadaslanmayan            ve tutsaklar            Gerçek Yazıcıları tarihin. Kamaşmış dişleriyle ısırıyorlar bir volkan çiçeğini, kurtulmalıklarını topluyorlar            ah, ne gün olacak o gün            Kıtanın nehirleri de gözlerinde işte, vurup durdu kumsala sürüklediği yıkıntı: Avlanmış bir Yürek, günücüler,            göçmen sürüleriFora            Fora çerçilerin sıkıntısı, eli değmedi daha hiçbir oymacının            yerbilimcinin kazması fora: Hangi zamandan bu göztaşı burçları ağulayan. Oğlak'ı ve ikizler'i ötekileri de            kerterize gelmeyen            nerede doğabilirdik başka?            Fora yol sorma lehçesi: Ekine başlanacak. Ey acemi gündelikçiöğretecekler tınazlamayı sana da. Derin karardı şimdiden, susuşunsa bir uçurum            Ey kadastrocu neler gördün yıkılmış kentlerde? Açıklasın bize yüreğin ve taş yontucunun işleyen keskisi:            Yörüngesini çizen sonsuz bir iç çekme            düşüncenin aleve verilmiş burcu. Ne korkunç doğumlar yaptı badem ağacının tohumunu silip süpüren bora kavşaklarında, tam da çığlıklar yükseliyordu gecenin kimyasından            ve kanayan bir hayvan yarası            Soysuzluk ve Ölüm dedi kardeşini yitiren            Dinliyordu kurt seslerini ve tecimenlerin çığrışmalarını, her şeydi alım-satımı yapılan            Açıklamak istiyorsun ey Bilici daha baskın uğultun kayın ormanının gürüldemesinden            ama gelmedi Vaktin            İniyordu gece fosforu, çakmaktaşından da sert; boşalmış bedenlerin üzerine. Hangi aşkın anısıyla ey Ulu Organ?            Yok ediyor anlamı sis düdüğüBöyle öldüydü ilk semender.IV.            Ey imgelemi her şeyle çiftleştiren kadavra, evrenin gizi kadar çok insanın gizi, ben de ayırdedilemem senden            aynı fırtına göğünün demircisiydi benimle de konuşan, duyuluyordu uğultusu bozkır yelinin            ve çok olmuştu Ozan'ın kandili söneli            Dağlanmıştım ateşiyle tutkuların, bağsızım dedim ey Sirenler' in şarkıları geliyorum dolu-dizgin, sunuyorum erkek gücümü tehlikenin ve özlemin tırpancısına, etimi kerpetencilere ve bu tecimen dünyaya acımı            Ey beni çevreleyen büyü helezonu            sualtı kentlerinin fosforlu büyüsü            Orada gömülü çocukluğum çevir soğuktan kızarmış yüzünü bana, kokusu hâlâ ellerinde sıcak ekmeğinKarartma günleri:            Tahılın gücünü bilmiyor daha okuma-yazman, uçak başka bir adı kuşun, kar da kelebekle özdeş bu çamurlu yolda. Ey kırlar, sen de bir anı olacaksın duru ve parlak dere            Yitiriyorsun ekmek karnesini gözyaşın kış ikindisini ayrıştırıyor. Daha İncil'i yazılmadı bu küçülmenin            Bir leylak kokusu gülümsemesiyle öldü ninen, "Ekmekçi Kadın"ı okumuştun gece. Halk hikâyelerinin ve masalların bilgesiydi, yoldaşlarıysa cin ve peri tayfası            bir ölü daha var şarapçının kapısında bulunan. Barınaksız, yüzünde bir çakal sürüsünün ulumasıyla donan. Çekişiyordu delilikle            savurduydu bir güz öğlesinde geçmişinin gömüsünü: Parasız yatılı ilk gençlik, Öğretmen Okulu'nun müzik bölümü kartalın kanat çırpışlarıyla açılan ele geçmez ferç            fazla bir şey de bilmiyordun ey İspirtocu, bir bardak şaraba eski tangolar çalan            Çocukluk tokalaşmadık nicedir, ökseler kuruyorsun hâlâ, arının balı gökkuşağının efsanesi de geliyor avlağına. En eski gerçeğin gezegenlerarası gidip gelmeler            bir kez bile irkilmedin ölüler toprağıyla            Fatihler geçti üzerinden parlıyor tolgaları gözalan doruklarda. Kavimler daha da parlak, bakırın ve plastiğin bulucusu utkuyla bozgun arasında            Bense kanıyorum cübbesinde yiten ermişin esrimesiyle. Cüzzamlının umutsuzluğu da bende, tayfanın anaforları çevreleyen sevinci de            etimde kentlerin sustalısı. Bir çavlan sanki kanım.            Sarsılıyorum giziyle yakamozun, bedense hep yalnız kalıyor.V.            Ay doğdu, yedi taşkın ve yedi kuraklık oldu            Ey kuyu suyunun acı tadını gezdirenler            Ey yok edilen ormanların yasıyla içenler            Ve dağıldı kardeş sofrası ve korku düştü içlerine            Biri "kaygım kılavuzluk ediyorsun bana, hiçbir beden O beden değil" dedi            Biri, "Bengilik yok, yaşamsa yaşadığımızdan başka şey değil" dedi            Biri, "Ey aldatılmış Çinici ne görüyorsun gözlerimde ölümden başka?" dedi            Yakındı kardeşlerini yitiren Küçük:            Yuvamız ne oldu?            Anılarımız ne oldu?            Nedir bizi şartlayan amansız Yasa?VI.Unutulmayacak ayrı düşmüş soydaşların yazıları:"Kaçıncı yaz? Geçti hüzünler bırakıp ardında;istiridye kabukları ve o serin mavilikumutsuz akşamların saldırdığı güneşçekişip durmuştu nasıliçimdeki sonsuzluk duygusuyla.Geçti: Yaz ve sedef omuzlu çocukların sesi,dinginlik ve alkolden kadırgalarve ihtiyar postacının ölüm haberi.Zaten bir haber çağıdır bu kilden zamansaçmalığa, frengiye, ölüme alışan.Alışan yalnızlığa. Alışıp da öz bedenindenacıyla büzülmüş bir taşıl çıkaran.Buydu bana kalan andaçtoprağın söyleşmelerive tarihin yorgun bakışından.Nereye döndümse zımparaladı anlamı başlıklaro boy afişleri ve amansız tecimadım başında da bir ilan.Aşk belki de hiç olmadı, özgürlük de öyle,sunuldum şölenine ey Mutsuzlukgövdemden daha ağır yüz bin belgeyle.Dokunulmuş bir eşya duygusuartık iyice sararmış bir parşömenbuydu işte kalan banabütün o metalsi rahimlerden..."Ben derim: Paslanmaz her zaman şarabın tadıcan vermez gün de bir hayvan inilltisiyle;kayıklar sallanır, bir martı güneşe çarparhavada aşkın ve dünyaya güvenin sözleri.Bıçağın keskin soluğu, bir göktaşı olan sesimtelefon numaraları ve semt adları ezberler:Kurtuluş ve hıncahınç Dolmabahçe alanı,ah öpüşle yumuşatılacak bu sertlikyalnızlığın demiri de dövülecek kabul et.Altında bir orman kıpırdıyor bu kararmış yüreğinbu susamış ağızda pınarların yeşimden çiçeği.Ben de dinledim kaç gece ölü çocuk sesleriniakşamı bir uçurummuşçasına taşıdım yıllarcave konuştum taşılsı sözcükler soyuyla.bitirildi sonsuz bir iç çekmeyle Temmuz.Ey yüreksiz beden, intihara benzer zamanEy bilinç: Ayrılığın yalımdan mühürü güzve kötü manşetler ve giden dostlarla sarsılan.İşte tutuldu su yolları ve sunuş olduişte oyuyor kendini zamana o kederli yüz.Yine de derim: Sıcaktır her zaman ekmekşiir bir muştudur ağıt olsa da;yaz göllerinin kadifeden muştusuyumuşak kar sesinin doğurgan muştusu,tarihle hesaplaşan yürek ve el gücününtoprak altındaki nemli tohum muştusu.Derim: Şöleni var silahın ve dölyatağınınilk yağmurun, ilk oğulun, ilk Hayır'ın.Al gel geçmişinin gömüsünü...Yol ağızda kalakalmış bir soydaş yazısı daha:"Ey alçak gönüllü koca, yitirdik yürek bilgeliğinin gizini,sesimiz kurumuş bir ağaç kökü            türküm de kavrulan bir başak.            Unutulmayacak            çavdar ekmeğinin, huysuz kış akşamlarınınve alkolün yaralı anısı            Alkol: Yüzümüze sinen yas mevsimi. Ergeç noktalayacak olan günlerin iskeletinde çırpınan imgelemi. Bu imgelem ki tarih öncesine ait            korkunç ne bulduysa:            Tirşe gözlü bir soy, akkor memeli SütanaBitki örtüsünde bakışınız, işte kısır kaldı kadınlarve orman            saydam deniz kuleleri, tan yerinin güzülden doruğu, akik elli göl üreticileri, ey Ece ağzında ilkyazı getiren, baharat kokan küçük çarşılar, Dirlik ve Özveri'nin demini çeken, kendini sınayan mercan gökler, söz dizimleri yanılgılarlaindi kargış.            Ey ölü çocuklar ve Kız-analar yılı. Ey Kız-ana, kuşandım seni yurtsuzluğun burcunda, solgun alnının demiri avcumda zonkluyor hâlâ            al gel rahminden o sonsuz çığlığını ve suçla:            Kimdi bana insanlığın soylu bir geleceği olacak diyen?"Cevapla bu cevapsızlığıey yanardağ kesilmekte olan Usta.Dondurulmuş kırlangıçların değilküflü çarşıların değilafyonlanmış ölüm işçilerinin değil,akar suların, ergiyen madenlerinhünerine sunulmuş granitinçoğala çoğala yol bilgisi edinenlerinkahkahasının billûr çanı kar gecesini tutuşturançocukların vaktidir senin vaktin.Vaktindir:Ey kadın tuzu ve ekmeği hazır et,hazır et kutsanmış bereketinio yeraltı bilgini ve imbiklerden çekilmişo ayrılık Sezgi'ni;durdu kükürtken gıcırtısı Eylül denizininkesildi ardında boğulmuş kuyularbırakan kum fırtınası ve hipnozlu kar.Dölle şimdi bu atalar toprağındaedimle inancı,aldanışla yeniden buluşu.Haykır son defa ve buluşsun SözlüğünKamunun güvenli kollarıyla.Vaktindirey şakağında buzullar uğuldayan Usta...            

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder