27 Ekim 2015 Salı

Hırsızlar da uçuşa geçti!

Havalimanlarında yolcuları karşılamaya veya uğurlamaya gelenlerin oluşturduğu kalabalık ortamlar hırsızlara yeni fırsatlar sunuyor.

Uçakla seyahat edenlerin sayısındaki artış, havalimanlarında ciddi yoğunluğa neden oluyor. Ancak yolcuları karşılamaya veya uğurlamaya gelenlerin oluşturduğu kalabalık ortamlar ise hırsızlara adeta yeni fırsatlar sunuyor. Yolcuların dalgınlığından faydalanan hırsızlar kalabalıklarda cüzdanları, restoranlarda ise masa ve sandalye üzerindeki çanta ve giysileri alıyor. Geçen hafta sonu benim de montum çalındı. Ancak ümitsizliğe düşmedim ve hemen polise suç duyurusunda bulundum. Kameradan tespit edilen Cezayir asıllı hırsız kısa sürede yakalandı ve montumu teslim aldım. Siz de mağduriyetinize çözüm bulmak istiyorsanız, yaşadığınız hırsızlık olayı karşısında mutlaka şikâyetçi olun. Böylece hem olaylar azalsın hem de hırsızlar yakalanıp adalete teslim edilebilsin.

Yetkililer, havalimanlarını mesken tutan yani terminallerde yatıp kalkan evsizlerin yanı sıra Suriye'deki iç savaş nedeniyle ülkemize sığınan mültecilerle yankesicilik yapmak amacıyla şehir merkezinden gelenlerin de hırsızlık olayına karıştığını ifade ediyor. Hırsızlığa karşı mağduriyet yaşamak istemeyen herkesin tedbir alması gerektiğine dikkat çeken yetkililer, özellikle kalabalık ortamlarda şüpheli davranışlarda bulunan kişilerin yanından uzaklaşılması, terminal içinde çanta ve valizlerin sahipsiz bırakılmaması, restoranlarda ise masadan ayrılırken özel eşyaların unutulmaması konusunda uyarıyor. Yetkililer ayrıca hırsızlık olayı sonrası mutlaka polise şikâyette bulunulmasını isterken, ifade verirken ‘olayın gerçekleştiği yer ve saat konusunda' kesin bilgi verilmesinin de hırsızın kameradan tespit edilmesini kolaylaştıracağını dile getiriyor.

Yasalar yetersiz

Yetkililer, havalimanlarının en büyük sorunlarından biri haline gelen Suriyeli dilenciler ve evsizler konusunda ise yasaların yetersiz kalmasından şikâyetçi. “Bu kişilerin statüleri belli değil.” diyen yetkililer, özellikle Suriyelilerin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadığını, geçici izinleri bulunmadığını ve bu yüzden ülkede kaçak yaşadığını dile getiriyor. Yetkililerin verdiği bilgiye göre Suriyeliler, uluslararası sınıflandırmaya da tabi değil. Bu yüzden suç işlemeleri halinde yapılan yasal işlemlerden sonuç alınamıyor. İkametgâhları olmadığından aldıkları cezalar dahi tebliğ edilemiyor. Ayrıca sabahları gruplar halinde havalimanına gelen Suriyeli çocuklar da son zamanlarda ciddi sıkıntı oluşturuyor. Güvenlik kontrolünü aşıp terminale girmeyi başaran çocuklar, dilenerek yerli ve yabancı yolculara ciddi rahatsızlık veriyor. Uzun süredir terminalde yaşayan ‘evsizler' ise havalimanından uzaklaştırılmasına rağmen bir süre sonra yeniden terminalde kalmaya devam ediyor.

Kameradan tespit ediliyor

Havalimanında yaşadığınız hırsızlık olayı sonrası vakit geçirmeden emniyet müdürlüğüne giderek suç duyurusunda bulunmayı ihmal etmeyin. Eğer şikâyetçi olursanız, polise ifade verdikten sonra hırsızın tespiti için kamera odasına yönlendirileceksiniz. Burada da, olayın yaşandığı bölgedeki tüm kamera kayıtlarını polisle izleyerek hırsızlık olayının nasıl gerçekleştiğini görüp zanlıyı tespit edebilirsiniz.

Şikâyetçi olunmuyor!

Yetkililer, dilenenler veya hırsızlık yapanlar hakkında şikayette bulunulmadığından da şikâyet ediyor. Bu yüzden yasal işlem yapılmıyor ve zanlılar yakalanmayınca da olaylarda artış yaşanıyor. Yolcular, olayla ilgili yasal işlemlerin uzayacağı ve bu yüzden uçaklarını kaçıracaklarını düşünerek polise şikâyetten kaçınıyor. Restoran veya işyeri sahipleri ise hırsızlık yaparken suçüstü yakaladıkları kişilerden dahi şikayetçi olmuyor. Bu kişilerin bir süre sonra serbest bırakıldığını ve tekrar havalimanına geldiğini ifade eden işletmeciler, suç işleyenlerin aynı rahatsızlığı vermemeleri için şikayet etmekten vazgeçtiklerini dile getiriyor.

Yedek batarya yasak

Amerika'da Federal Havacılık İdaresi FAA, havalimanlarında yedek lityum bataryaların yolcuların bagajlarında olup olmadığını kontrol etmeye başladı. Yasak, yedek bataryaların, uçağın kargo bölümünde yangın riski çıkarabileceği endişesiyle getirildi. Bu yüzden bundan sonra yolculara, check-in (bilet ve bagaj işlemi) sırasında uçuşu tehlikeye atacağı düşünülen cihazların yanı sıra yedek bataryaların da bulunup bulunmadığı sorulacak. Söz konusu yasak şimdilik Amerika seyahatlerinde geçerli olacak.

New York'a A380 ile uçun

Birleşik Arap Emirlikleri'nin ulusal havayolu şirketi Etihad Airways'in Etihad Rezidans kabinli lüks Airbus A380 uçağı, Abu Dabi-New York uçuşlarına başladı. İstanbul'dan New York'a giden Etihad yolcuları, 23 Kasım'dan itibaren seyahatlerinin Abu Dabi-New York kısmını ise dünyanın en büyük yolcu uçağı A380 ile gerçekleştirebilecek. Uçakta, 9 First Apartment, 70 Business Studio ve 415 akıllı ekonomik koltuğu ile yüksek standartlarda konfor, eğlence ve kabin içi bağlantı sunuluyor.

Pegasus, yaz sezonunu açtı

Pegasus Hava Yolları'nın, 2016 yaz tarifesi biletleri satışa sunuldu. Yurtiçinde 33, yurtdışında 69 olmak üzere 40 ülkede 102 noktaya tarifeli seferler düzenleyen şirket, 1 milyondan fazla koltuğunu iç hatlarda 29,99 TL'den, dış hatlarda da 45,99 dolardan başlayan fiyatlarla satışa sundu.

Wanderers a short film by Erik Wernquist

22 Ekim 2015 Perşembe

Dağda Konuşma,Paul Celan

Bir akşam, güneş batmış, batan yıldız güneş de değilmiş, işte o sırada Yahudi, yola koyulmuş,evinden çıkmış, gitmiş de gitmiş Yahudi ve Yahudinin Oğlu, adı da kendisiyle gitmiş, dilin dönmediği, dile gelmez adı ,yürüyerek gelmiş, tökezleyerek gelmiş oralardan, sesini duyurmuş, asasına dayanarak gelmiş, taşa basarak gelmiş, işitiyor musun beni, işitiyorsun, benim, ben ,ben bir de şu işittiğin, işittiğini sandığın, ben ve öteki,-böyle yürümüş işte, duyulan buymuş, bir akşam yürüyüp gitmiş, bazı şeylerin battığı sırada, bulutların altından yürümüş, gölgede yürümüş, hem kendisinin hem de yabancının gölgesinde bilirsin, zaten Yahudi'nin gerçekten kendisine ait, eğreti olmayan neyi vardır ki, ödünç alınmamış, geri verilmeyecek olan neyi, işte böylece yürüyüp gelmiş oradan, güzel, benzersiz yolda yürüyerek, Lenz gibi dağlardan geçerek yürümüş, onu hep aşağıda yaşatırlarmış, ait olduğu yerde alçaklarda, o, Yahudi, gelmiş, gelmiş.Gelmiş oralardan, evet, yolda yürüyerek, o güzel yolda.Karşısına kim çıkmış dersin?Karşıdan gelen kuzeniymiş, kuzeni ve kardeş çocuğu, ondan çeyrek Yahudi yaşamı kadar yaşlıymış, büyükmüş o yana gelişi, gelmiş, o da gölgede, ödünç alınmış olanında zaten sorup duruyorum kendime, Tanrının Yahudi kıldığı kim oralardan kendi gölgesi eşliğinde gelir?- ,gelmiş, gelmiş büyük büyük, karşıdan, Büyük Küçüğe yaklaşmış ve Küçük Yahudi, asasını Büyük Yahudi'nin asası karşısında susturmuş.Böylece taş da susmuş, dağda sesler kesilmiş, o ve ötekinin yürüdüğü dağda.Sessiz,sessizmiş dağın yüksekleri.Uzun sürmemiş sessizlik,çünkü ne zaman ki bir Yahudi çıkagelir ve bir ikincisiyle karşılaşır, suskunluğun sonu hemen gelir dağda bile.Çünkü Yahudi ve doğa, başka başka şeylerdir, hâlâ, bugün bile, burada bile.İşte öylece duruyorlar, iki kardeş çocuğu, sol tarafta dağ zambağı açmış, delice açmış, hiçbir yerde açmadığı gibi açmış, sağdaysa çan çiçeği var ve Dianthus superbus, saçaklı karanfil pek de uzakta değil.Ama kardeş çocuklarının, Allahın işi işte, gözleri yok.Daha doğrusu:var olmasına var da gözleri, önlerinde perde var, hayır arkalarında, hareketli bir perde;imge gözden girer girmez dokuda asılı kalıyor, hemen oracıkta bir ip imgeyi çepeçevre sarıyor, perdenin salgıladığı ip imgenin çevresine bir koza örüyor ve ikisinin çocuğu doğuyor, yarı imge, yarı perde.

Zavallı dağ zambağı, zavallı çan çiçeği! Öylece duruyorlar, kardeş çocukları, bir dağ yolunda, asa susar, taş susar, suskunluk da suskunluk değil, dilsiz değil tek kelime, tek cümle, bir duraksama yalnızca, bir söz deliği, bir boşluk, görüyorsun bütün hücreleri sağda solda;o ikisi hem dil onlar, hem ağız, eskisi gibi, gözlerinde perde var, siz, sizi zavallılar, siz ayakta değilsiniz, çiçek açmıyorsunuz, siz yoksunuz, temmuz da temmuz değil!Gevezler! Şimdi bile, dil anlamsızca dişlere çarpıyorken, dudaklar büzülmüyorken bile hâlâ söyleyecekleri var! Bırakalım, öyleyse, konuşsunlar''Sen uzaklardan geldin,buralara kadar geldin...''''Geldim ya.Senin geldiğin gibi.''''Biliyorum.''''Biliyorsun.Biliyorsun, görüyorsun ya: Yukarıda yeryüzü kıvrımlar oluşturmuş, bir kez kıvrılmış, iki kez, üç kez, tam ortası açılmış, ortada su var, su  yeşil, yeşil beyazlanmış, beyaz daha yukarılardan,

buzullardan geliyor, denilebilir ki, burada konuşulan dil bu, içinde beyazlar olan yeşil, bir dil ki, ne senin ne de benim için soruyorum, kimin için düşünülmüş, yeryüzü, senin için değil, diyorum, benim için de düşünülmemiş-, öyle bir dil ki,  Ben yok içinde, Sen de yok, O var, hep O, başka bir şey yok.''

''Anladım, anladım.Uzaklardan geldim ben, senin geldiğin gibi.''

''Biliyorum.''

''Biliyorsun ve sormak istiyorsun: Buna rağmen geldin, buna rağmen buraya kadar geldin-neden ve ne için?

''Neden ve ne için... Belki de konuşmak, kendime ya da sana seslenmek zorunda olduğum için, asayla değil, ağzımla ve dilimle konuşmak zorunda olduğum için.Kime seslenir asa?Taş, ya taş-o kime seslenir?''Kime seslensin kardeş çocuğu?Taş seslenmez, taş konuşur, ve konuşan, kardeş çocuğu kimseye seslenmiyordur, kimse onu işitmediği için konuşur, hiç kimse ve Hiç kimse, sonra der ki, ağzı değil, dili değil, taş ve yalnızca taşın kendisi der ki:işittin mi?''

''İşittin mi, der-bilyorum kardeş çocuğu, biliyorum...İşittin mi, der, ben buradayım.Hemen buracıkta, buradayım, geldim.Asayla geldim, ben, başkası değil, ben, o değil gelen, saatimle ben, haketmediğim, ben isabet almış olan, ben isabet almamış olan, belleği olan ben, belleği zayıf olan ben, ben ,ben ,ben...''''Der,der...İşittin mi der...Ve işittin mi, elbette, İşittinmi bir şey demez, hiç bir şey yanıtlamaz, çünkü İşittin mi buzullarla aynı şeydir, kıvrımlar oluşturmuş olanla, üç kıvrım üst üste, insanlar için değildir...Oradaki Yeşil ve Beyaz, dağ zambağı, çan çiçeğiyle bir olan... Oysa ben, kardeş çocuğu, şuracıkta duran, ait olmadığım bu yolda, bugün, şimdi, güneş batmışken, güneş ve ışığı, ben burada gölgeyle, kendi gölgem ve yabancınınkiyle, ben-sana şunları söyleyebilen ben:

            --Taşta yattım, o zamanlar, bilirsin, taş döşemede;yanımda onlar yatıyordu, benim gibi olan ötekiler ve benden farklı olan ötekiler, kardeş çocukları;yatmış uyuyorlardı, uyuyorlardı ve uyumuyorlardı,düş görüyor ve düş görmüyorlardı, beni sevmiyorlardı, ben de onları sevmiyordum, çünkü bentektim, tek birisini kim sever ki, onlar çoktu, çevremde yatanlardan fazlası da vardı, hepsini birden sevmeyi kim isteyebilir ki, senden saklayacak değilim, ben de onları sevmiyordum, beni sevemeyecek olanları sevmiyordum, ben orada yanan mumu seviyordum, solda köşede mumu seviyordum, çünkü yanarak eriyordu, yok yanarak eridiği için değil, o mum onun, analarımızın babasının yaktığı mumdu, çünkü o akşam özel bir gün başlıyordu, yedinci gün, yedinci günü birinci gün izleyecekti, yedinci sonuncu değildi, sevdiğim mum değildi, kardeş çocuğu, onun yanarak eriyişini sevmiştim, biliyor musun, o günden sonra hiç bir şeyi sevmedim;hiçbir şeyi, yok belki de o günkü mum gibi yanarak eriyen bir şeyi sevdim, yedinci ama sonuncu gün değil, hayır burada olduğuma göre, burada, güzel olduğu söylenen bu yolda, buradayım işte, dağ zambağı ve çan çiçeğinin yanında ve yüz adım ötede, karşıda, gidebileceğim mesafede, karaçam, kozalaklı çamlara doğru yükseliyor, görüyorum, görüyorum, ve görmüyorum, asam da konuştu, taşa seslendi, benim asam şimdi susuyor, taş diyorsun sen taş konuşabilir, benim gözümde perdeler var, hareketli perdeler, birini biraz kadırdın, yerini hemen ikincisi aldı, ve yıldız, evet, yıldız şimdi dağın üzerinde -,yıldız gözümden içeri girmek isterse, evlenmesi gerekecek ve artık kendi kendisi olmayacak, yarı perde, yarı yıldız olacak biliyorum, biliyorum kardeş çocuğu, burada sana rastladım, ve konuştuk, çok şey, oradaki yeryüzü kıvrımları, biliyorsun insanlar için değil, bizler için de değil, biz ki burada yürüdük, birbirimize rastladık, biz burada yıldızın altında, biz, Yahudiler Lenz gibi dağları geçerek gelen, sen Büyük, bense Küçük, sen, geveze, ben, geveze, bizler asalarımızla, bizler dile gelmez, dilin dönmediği adlarımızla, bizler gölgelerimizle,kendi gölgemiz ve yabancınınkiyle, sen burada, ben burada- - ben burada, ben, sana bütün bunları söyleyebilen, söylemiş olabilecek olan ben;sana bunu söyleyemeyen, söylememiş olan ben;solumda dağ zambağıyla, çan çiçeğiyle ben, yanarak erimiş mumla ben, günle günlerle ben, buradaki ben, oradaki ben, belki şimdi!-sevilmemişlerin sevgisinin eşliğinde, burada kendime giden yolda, yukarıda.''

Almancadan çeviren:Dürrin Tunç 

kitap-lık dergisi/Haziran 2003 sayı:62

        

20 Ekim 2015 Salı

Deney ,William Blake

DENEYBir kucak dolusu tohumun var,Ve burası da güzel bir ülke.Niye saçmıyorsun tohumlarınıVe yaşamıyorsun neşe içinde?Kumsala mı saçayım onlarıVe verimli bir toprağa mı dönüşütüreyim orayı?Çünkü başka hiç bir yereEkemiyorum tohumlarımı,Kökünden sökmedenPis kokulu yabani otları. William Blake,Hasta Gül

Paralel dünyalar!

Fotoğraf çekmek için profesyonel kameraya ihtiyaç olmadığını göstermek isteyen bir fotoğraf sanatçısı cep telefonuyla göletlerden yansıyan paralel dünyaları görüntüledi.

İşte akıllı telefon kullanarak çekilen harika yansımalar:

13 Ekim 2015 Salı

Belki Yine Gelirim, A.Telli

BELKİ YİNE GELİRİM  Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdirHer sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünküBir gök gürlese bari diyorum, bir sağnak patlasaBitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitseAma bir tufan az mı gelir yoksa yine deYırtılan ve parçalanan bir şeyler olmalı mutlakaHiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler.Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kentNe kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzüGidenler nerde kaldılar, özledim gülüşleriniBir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sankiOnlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlananKadınları güzelleştiren herhalde onlardı"Tükürsem cinayet sayılır" diyordu birisiTükürsek cinayet sayılıyor artıkAma nerede kaldılar, özledim gülüşlerini onlarınUzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklaraTek yaprak bile kıpırdamıyor nedenseVe tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlarAlnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyorKanımın pıhtılarında güllerin serinliğiVe fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudakiDilimin ucunda küfre dönüyor her sözcükYaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorumOkuduğum bütün kitaplar paramparçaÇıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başımaBir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kentBulvar kahvelerinin önünden geçiyorumSırnaşık aydınlar, arabesk hüzünlerBir gazete sayfasında sereserpe bir yosmaSesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyorVe ne zaman yolum düşse vurulduğun yereKızgın bir halka oluyor boynumda o sokakHüznü yalnız atlarımız duyuyor artıkBiz çoktan unutmuşuz böyle şeyleriAma içimde bir sırtlanın dalgın duruşuVe dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcükİçimde zaptedilmez bir kırma isteğiDizginlerini koparan bir at sanki buSoluk soluğa kalıyorum her sonbaharVe sevgilim ne zaman hoşgörülü olsaBir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorumBütün gençliğim böylece geçip gitti işteAma hala bir şeyler var vazgeçemediğimHangi duvar yıkılmaz sorular doğruysaBir gün gelirsek hangi kent güzelleşmezŞiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldıGeri almıyorum külleri yangınlar çıksın diyeDevriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndürSorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokakVe dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcükDudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdirBir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasaBitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesemOysa ne kadar sakin sokaklar, bu kent ve bütün yeryüzüİpince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüneSessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksizBelki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün...

Davutoğlu, hayal dünyasında yaşıyor

Marmara Üniversitesi'nde siyaset bilimi dersleri veren Dr. Behlül Özkan'a göre, AKP dönemi dış politikası tam bir çöküşle sonuçlandı. Türkiye'yi küresel güç olarak tanımlamak ise temel siyaset bilimi gerçeklerine aykırı.

Davutoğlu'nun hayata geçirmeye çalıştığı neydi?

Ona göre sınırlar etkisini yitirdi. Ortadoğu'da İslami hareketler yükselecek, iktidara gelecek ve bunun doğal liderliğini de Türkiye yapacaktı. Liderliğini Türkiye'nin yapacağı İslam birlikteliği hayali... Halid Meşal'in parti kongresine, Gannuşi'nin, Mursi ve Haşimi'nin gelmesi bunların işareti. Seçim mitinglerinde Erdoğan için ‘ümmetin lideri' deniyor.

Bu anlayış Türk dış politikasının tüm geleneksel çizgisiyle çelişiyor. Devlette bir gerilim yaşanmadı mı?

Bakanlıkta konuştuğum diplomatlar bu durumdan şikâyetçiler. Türkiye'nin geleneksel dış politikası tamamen çöpe atıldı. Davutoğlu, bunu zaten söylüyor, restorasyon diyor. Cumhuriyet dönemi dış politikasının Türkiye'yi sınırlarına hapsettiğini, artık yeni ve daha geniş bir Misak-ı Milli tanımlanması gerektiğini yazmış.

Küresel gücüz deyip Süleyman Şah Türbesi'ni koruyamıyorsunuz

Türkiye'nin kapasitesinin üstünde hareket ettiği kabul ediliyor. Bu kapasiteyi neden Davutoğlu göremiyor?

Davutoğlu, hayal dünyasında yaşıyor, siyasi gerçekliklerden kopmuş durumda, etrafında onu gerçeklere çekecek bir kadro yok. Davutoğlu'na Türkiye'nin küresel güç olmadığına dair bir uyarı yaptığınız zaman “hocam sizin şimdiye kadar yazdıklarınız yanlış” demiş oluyorsunuz. Bunu söyleyecek kimse de yok çünkü Türkiye'de artık liyakat sistemi işlemiyor. Dünyada liyakatin yerini sadakatin aldığı her sistem çökmeye mahkûmdur. Bunun en güzel örneği de Sovyetler Birliği'dir. Davutoğlu, bir hayal dünyasında yaşıyor ve bununla yüzleşmek demek tüm yazdıklarını çöpe atması demek.

O zaman bu tamamen kişisel bir mesele mi?

Kişisel değil, bir dünya görüşü meselesi. Şunu söylüyor bu dünya görüşü: Ulus devlet kimliği tarihi olarak yanlıştı, biz bir İslam kimliği altında sistemi restore edelim. Kendilerine bir kutsal bir misyon biçiyorlar, ama bunun İslam dünyasında hiçbir karşılığı yok. Bu alanda İran'ın onda biri kadar bile değiliz. Türkiye'nin gidebileceği en son yer Kıbrıs. Onun bile hâlâ bedelini ödüyoruz. Bugün kendinize küresel güç diyorsunuz, ama Süleyman Şah Türbesi'ni koruyamıyorsunuz. Türkiye'nin son 90 yılda kaybettiği tek toprak akademisyen olarak Lebensraum diye yazmış Misak-ı Milli'yi genişletelim diye iddiada bulunmuş siyasetçi Davutoğlu'na nasip oldu. Çöküşün en önemli simgesi bu.

Peki, buna rağmen toplumda neden hâlâ AKP'ye destek var?

Son 13 yıldır oy veren kitle şu örneğe benziyor. 20 yıldır biriyle evlisiniz, çocuklarınız var, size aldatma fotoğrafları gösteriliyor. Montaj der, inkâr edersiniz önce, ama artık kafada bir kurt kemiriyor.

Siz rejim değiştireceğiz deyince rejimler değişmiyor

ABD ve Rusya'nın Suriye'de anlaşmasıyla Suriye politikası revize mi ediliyor?

Bu iktidar değişmeden Türkiye'nin Suriye politikası revize edilmez. Suriye sorunu artık sadece Suriye'nin sorunu değil, Avrupa'nın da sorunu, orada 800 binden fazla mülteci var. Batı için tolere edilebilecek nokta aşıldı, o yüzden ne pahasına olursa olsun çatışma dursun mülteci akını kesilsin istiyor. Kerry, Suriye'de laik ve birleşik bir yapı istiyor. Ortadoğu'da İslamcıların desteklendiği sistemin sonuna geliyoruz. Irak'ta, Libya'da bu hataya düştüler. Esed gitsin demek, Suriye'deki seküler-Arap milliyetçisi rejim gitsin, İslamcı rejim gelsin demekti.

Batı, neden var olan statükoyu istemesin ki?

Var olan statüko işine gelmiyordu. Esed, Saddam, Kaddafi Batı karşıtı liderlerdi. Batı'yla çalışan liberal ekonomiye inanan AKP'nin bölgeye model olacağına inandılar, ama bu model çöktü. Batı, geldiğimiz noktada, Rusya ile birlikte radikal örgütlerin çevrelenmesini hedefliyor. ABD'nin başından beri Suriye'de varmak istediği bir yer yoktu zaten. Siz rejim değiştireceğiz deyince rejimler değişmiyor. Tunus ve Mısır'da kurumlar korunduğu için iç savaş olmadı.

6 Ekim 2015 Salı

Fark edilmeyen hastalıklar okul başarısını etkiliyor

Çocukların okul başarısını etkileyen onlarca sebep sayılabilir. Önemsenmeyen ya da fark edilmeyen sağlık sorunları da derse odaklanmanın önündeki en büyük engellerden.

Okullar açıldığına göre birçok ailenin gündemi çocuklarının okul performansını artıracak önlemler. Odalarına rahat çalışabilecekleri masalar alındı, evdeki televizyon izleme saatleri gözden geçirildi ve daha bir sürü düzenleme... Bir de çocuğun okul başarısını etkileyen görünmeyen sebepler var. Bunların başında ise görme bozukluğu, geniz eti gibi fark edilmeyen sağlık sorunları geliyor. Fatih Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Hamza Yazgan, önemsenmeyen ya da fark edilmeyen hastalıkların çocuğun okul başarısına ciddi etkisi olduğunu söylüyor.

Görme bozuklukları

Bazı çocuklar göz rahatsızlıklarını fark edemiyor ya da dile getiremiyor. Aileler de fark edemediği zaman çocukların derse ilgisi azalıyor. Bu durumda çocuklar zekasında bir sorun olmadığı halde göstermesi gereken başarısının çok arkasında kalıyor. Miyop, hipermetrop, astigmat gibi göz kusurları, göz nezlesi ve arpacık gibi enfeksiyonların tedavisi etkili bir şekilde ve erken dönemde yapılmalıdır. Tahtayı rahat göremeyen, kitabını, ödevini sağlıklı okumayan bir çocuğun okul başarısı düşeceğinden, düzeltilebilir sorunlar nedeniyle sıkıntı yaşamaları önlenmelidir. İlkokul çağına gelen her çocuk mutlaka göz hekimine götürülmeli.

Geniz eti

Geniz eti problemi, genellikle çocukların gece ağzı açık bir şekilde uyumaları ve horlamaları ile kendini göstermektedir. Geniz etinden kaynaklanan horlama ve uyku problemleri, çocukların yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Uykusuzluktan kaynaklanan yorgunluk nedeniyle de okul başarısı düşebiliyor ve çocuklar sosyal yaşamdan uzaklaşabiliyor.

Gece boyunca iyi nefes alamayan ve kaliteli uyku uyuyamayan çocuklarda; davranış bozuklukları, kronik sinüzit oluşabilir ve bununla birlikte durmayan öksürük, burun solunumu yapamadıkları için vücutta hissedilemeyen sıvı kaybı, ağız kokusu meydana gelir. Çocukların geniz etlerine zamanında müdahale edilmediğinde, ilerleyen yaşlarda diş problemleri de ortaya çıkar.

Bademcik

Bademcik enfeksiyonlarının görülme sıklığı çocukların kreş, anaokulu ya da ilkokul gibi toplu ortamlarda bulundukları dönemlerde artış gösteriyor. Çocuklarda horlama, yatakta sık yer değiştirme, huzursuz ve yetersiz uyku, gece terlemeleri, diş gıcırdatmaları gibi belirtilerle ortaya çıkan bu durum, büyüme ve gelişmede geri kalmaya, saldırganlık, uykusuzluk gibi kişilik değişikliklerine, yüzde büyüme ve şekil bozukluklarına sebep olabiliyor. Bu nedenle sık geçirilen bademcik ve geniz eti rahatsızlıkları özellikle çocuklarda okul başarısı ile büyüme ve gelişmeyi olumsuz etkiliyor.

Sinüzit

Çocuklarda sık görülen bir enfeksiyon olan sinüzit, çocuğun uyku düzeninin bozulmasına ve okul başarısının olumsuz yönde etkilenmesine yol açıyor. Koyu kıvamlı burun akıntısı, burun tıkanıklığı, geniz akıntısı ve bu akıntıya bağlı öksürük, yüzde ve kulaklarda basınç hissi, baş ağrısı, mide bulantısı ve kusma, iştahsızlık, yüksek ateş, huzursuzluk ve kas-eklem ağrıları gibi şikayetler, çocukluk döneminde en sık görülen enfeksiyonlardan olan sinüzitin belirtileri.

Ağız-diş sağlığı

Diş problemleri zamanında fark edilip tedavi edilmediği takdirde ciddi ağrı ve huzursuzluğa yol açıyor. Bu da çocuğun derslerine odaklanmasına hatta ders ve sınav başarısına engel oluyor. Acil durumda yapılacak diş tedavileri normal süreçteki diş tedavilerine göre zor ve uzun. Bu durum okul açısından önemli bir dönemde olan çocuklar için derslerden geri kalma gibi sorunlara da yol açıyor. Düzenli beslenmesi, şekeri mümkün olduğunca tüketmemesi, ağız sağlığı açısından çok büyük önem taşıyor. Ana ve ara yemeklerden sonra ağzı çalkalamak ve günde 2 kez diş fırçalamak çürüğü engelliyor. Çocukların diş fırçalama alışkanlığı edinmesinde ailenin rolü çok büyük. Bu nedenle ailelerden bu konuda bilinçli olup çocuklarına örnek olmaları bekleniyor.

Disleksi

Okuma güçlüğü diye de adlandırılan disleksi çocukluk döneminde, okumanın öğrenilmesi aşamasında fark edilen bir özgül öğrenme bozukluğu olarak biliniyor. Okuma becerisini kazanan çocuklar etraflarında gördükleri kelimeleri hevesle okurlar ve çevrelerine karşı daha dikkatlidirler. Buna bağlı olarak da toplumun bir parçası olduklarını daha fazla hissederler. Disleksili çocuklar ise genetik ya da çevresel sebeplerle oluştuğu düşünülen bu bozukluk nedeniyle, yaşıtlarıyla eş zamanda okumayı öğrenemediklerinden psikolojik olarak olumsuz etkilendikleri bir döneme giriyorlar. Disleksinin kendisini gösterdiği bu ilk evrede okuma güçlüğü olan çocuk fark edilmez ve özel ilgi görmezse yaşadığı olumsuzluklar giderek artarak onu derslere karşı ilgisiz, isteksiz, özgüveni düşük, kaygılı ve dikkatsiz bir öğrenci olmaya sürüklüyor.

Pencere, Y.Ritsos

Yannis RitsosAlışkanlıklar Da DeğişirPENCERE

(Deniz kıyısında bir odanın penceresi önünde iki adam oturmaktadır. Görünüşlerinden uzun zamandır birbirlerini görmemiş iki arkadaş oldukları anlaşılır. Biri denizciye benzemektedir. Öbürü, susanı ise, denizciye benzemez. Yavaş yavaş gece inmektedir. Sessiz, menekşe ve kızıllık içinde bir bahar akşamı. Dingin denizin üzerinde gemilerin bordaları, halatları, direkleri ve evler çizgi çizgi yansımaktadır. Başlangıçta sıradan ve biraz yorgun bir ses:)

Burada pencerenin önünde oturuyorum; gelip geçenebakıyorum ve kendimi görüyorum onlarıngözlerinde. Eski çerçevesi içindesessiz bir fotoğraf olarak düşünüyorum kendimi,evin dışına, batıya bakan duvara asılı,                 kendim ve pencerem.                 Bazan kendim de bakıyorumbu sevdalı, yorgun gözlü fotoğrafa, ağzınıbir gölgenin gizlediği; bazan, batan güneşe ya da aya bakançerçevenin camındaki düzgün parıltı tümüyle örtüyor                 yüzümüve soluk, gümüş ya da pembe renkli dörtgen ışığın gerisindeiyice kayboluyorum gözden ve serbestçe bakıyorum herkese,kimse beni görmeden. Özgürlük içinde; insan ne                 söyleyebilir?Kımıldayamıyorum; arkamdanemli ya da kızgın duvar; göğsümdesoğuk pencere camı; gözlerimin incecik damarlarıdal dal oluyor camın içinde. Böylece, duvarlacamın arasında sıkışmış, elimi oynamaktan korkuyorum,avucumu kaşlarıma götüremiyorum, güneş amansız                 görkemiyle parladığı zaman; görsem de, istesem                 de,durmak zorunda kalıyorum kıpırdamadan. Bir şeyedokunmaya çalışsam, dirseğimcamı kırabilir ve bir delikaçabilir yanımda yağmur ve bakışların geçebileceği.Sonra, konuşmaya çalışsam, pencerenin camını                 buğulandırıyosesimin sıcaklığı (şimdi olduğu gibi)ve göremiyorum sözünü etmek istediğim şeyleri.Sonra sessizlik, hareketsizlik. İkiyüzlülük  bile diyebilirsin,çünkü, belki de bilirsin, kaç çarmıha gerilmiş çığlık,kaç diz çöküş gizlidiro dikey saydam görkemin gerisinde.Hele akşam olurken, şu bahar günlerinde, ve limanuzakta bir yangınken, yaldızlı ve kızıl, gemi direklerinin karanlık ormanında, balıklarıduyarsın, suların basıncında, küçük üçgen ağızlarıyladerin bir soluk almak için suyun yüzüne çıka.n Dikkat                 ettin mi?Böyle zamanlarda suyun yoğum aydınlığı kırılırküçük balıkların binlerce ağzıyla. Kimse dayanamazhiç ara vermeksizin o sınırsız tekinsiz manzaraya bakmaya                 bunca suyun ağırlığı altında,bu masalsı denizin ormanlarında, bu soluk kesici                 saydamlıkta.Bence bir bakıma fotoğraflar da dayanamaz çerçeve                 camlarının ardında nasıl poz verilmiş olursa olsun, ne kadar güzel olursa                 olsun duruşları,hayatlarının durdurulmuş bir anında, gururlu bir saflık                 içinde eşsiz güzellikte bir el fotoğrafçının stüdyosundakizarif masanın ya da dizlerinin üzerinde dururkenyakalarında (tabii) solmayan bir çiçek, ne kendini beğenmişliklerini ele verecek kadar yaygın,ne de yazgılarına boyun eğmişçesine büsbütün tutukbelli belirsiz bir zafer gülümseyişi dudaklannda.Oysa zaman tümüyle pusuya yatmıştır onlar için, onların                 bu güzel anlarının önünde ve ötesinde.Ve onlar tümüyle isterler bu zamanları, taşıllaşmışsaygınlıklarını, önceden tasarlanmış olup olmaması                 fark etmeyengörkemli duruşlarını yitirecek olsalar bile,bu canlı öyküleri mum gibi eriyecek olsa bile bakışlarının                 alevinde,ışığın saydamlığında beliren gençlikleri yalanlanacak                 olsa bile. Ne var ki, onların isteğinden daha büyük ya da eşit olarakgörünür korku; sonra gülümseyişleri dedenizin dibinde, iki kaya arasında uzanmış durangümüşten bir balık gibidir - ya da havada,kendi uçuşuna asılı, kanatları kımıltısızkül rengi bir kuş gibi. Fotoğraflar daöyle kapalı kalır, bütün pişmanlıkları, düşmanlıklarıyla,çerçevelerinin, isteklerinin ve korkularının dışına                 çıkamadan,bakarak usandırıcı göğe ve uçsuz bucaksız denize.Bu yüzden daracık bir yer seçeriz korunmak içinkendi sınırsızlığımızdan. Belki de bu yüzdenburada oturuyorum ben, bu pencere önünde, bakmak içingemicilerin rıhtımda, kaldınm taşlarında kalanayak izlerinin bir peri masalmdaki sıra sıra,dikdörtgen aylar gibi yavaş yavaş silinişine.Ne bir şey anladığım var artık, ne de anlamaya çalıştığım.Saçlarını yıkamış bir kadın bitişik balkonun korkuluğuna                 yaslanmışyavaşça mırıldandığı bir şarkıyla saçlarını kurutmak için.Bir denizci bacaklannı açmış şaşkın gözlerle bakıyorkoca ikindi gölgesinin önünde, sanki yabancı bir limanda,gemisinin pruvasında dimdik durmuş,suları tanımıyor, nereye demir atacağını bilmiyor.Daha sonra, hava yavaş yavaş kararırken ve batan güneşinsessiz, menekşeli titreşimleri solarken duvarlarda ve çitlerde,sokak lambaları bile yanmadan önce, apansız bir sıcaklıkyayılır ya - işte o anda,  kimin yüzü olduğugörülmese de kestirilebilir; gölgeninterleyen koltukaltlarına sokulduğunu görürsün;bir ağacın yapraklarını serinletir hızla geçen bir giysinin                 hışırtısı;delikanlıların beyaz gömlekleri uzak mavi bir renge                 bürünür ve bir duman tüter üzerlerinclen,her şey yalıtılmış, büyülenmiş, belirsizleşmiştir;belki de bu yüzden birden bütün ışıklar yanar,açıkça hükmettikleri ne varsa uzaklaştırmak için.Evlerin içinde, rüzgâra kapalı anlaşılmaz bir denizdekisarkık bayrakları andınr çarşaflar, hani herkesgemiyi terk etmiştir, kimseler kalmamıştır bayrakların                 selamlayacağı,bu yüzden öyle sarkık dururlar akşam saatlerinde,güneşten kızmış, unutulmuş, kayıtsız, geçit törenleri, çalgılar, danslar ve şölenlerle kutlananbir bayram gününde kesilmiş koca koca hayvanların yüzülmüş derileri gibi. Tören bitmiş, sokaklar boşalmıştır. Yaya kaldırımlarındayağlı kâğıtlar, çiğnenmiş rozetler, ekmek kabukları,                 kemikler kalmıştır - oysa daha kimse dönmemiştir evine, sanki herkes                 pişmanmı, herkes gereksiz bir izni kullanıyormuş gibidir.Odalar hâlâ karanlık ve çekicilikten uzak, sokaktakive gemilerdeki renk renk ışıklar, dağınık birkaç yıldızya da bağırıp çağıran, şarkı söyleyen sarhoş askerlerle dolubir kamyonun birden beliren farlarıyla aydınlanırlarve farların ışığı, sessizce, gizlice evin içine mıhlar                 pencerenin gölgesini,korkunç görünüşlü iki denizcininıssız bir kıyıya taşıdıkları koca bir sandık gibi. Sonra garip şeyler gelir aklınıza - size de olmaz mı bu?Sanki her birimiz, yüzleri örtülü,ikisi de kinci, birbirleriyle anlaşamayanve sandığı taşımaya, kıyının biraz ötesindetoprağı tırnaklarıyla kazıp gömmeyeancak o anda karar vermiş iki kişiyizdir.Bütün gizlemelerine karşın, onlar gibi siz de bilirsiniz ki,sandığın içinde parçalanmış bir ceset yatmaktadır,genç, sevilmiş birinin cesedi; onlardan birinindir bu ceset,kendileri öldürmüş, kendileri gömmüştürbirbirini tanımayan iki yabancı gibi.                                                          Bu güzel biçimli,bildiğimiz dört köşeli sandıkkapalı bir kapıya benziyor sözünü ettiğimiz o çerçeveli fotoğraflara,baharda dışardaki sevimli kalabalığı seyrettiğimiz                 pencereye benziyor. Ben sık sık rastlamışımdır bu cesede, bu insana,özellikle ay ışığında dolaşırken - biraz solgun, ama her zaman genç - rıhtımdaya da boyalı kadınları, aç köpekleri, paslı tenekeleri,traşı uzamış denizcileri, çürümüş meyveleri, küfürleri,sıkılmış limon kabukları, yeşil çinko leğenleri,tuvalet tasları, mumları, gaz lambalarıylao pis genelevlerin olduğu yukarı sokakta.Gerçekten, bir kere bir kadınla pazarlık ederken gördüm                 onu,ama parayı alnııyordu kadın, fazla bulduğu için. -Hayır,                 hayır,-diyordu durmadan boğuk bir sesle ve boyalı tımaklı elibiraz da titriyordu. Kendisini hırsızlıkla, saldırganlıkla,maymuncuklarla, falcıların sözünü ettikleri ve gerçek hayatta da eksik olmayan demirkapılarla ilgilibir olaya karıştıracaklarından korkuyordu.Bunların ne gereği vardı ona? Ücret belliydi, daha az alamazdı, aına fazlasını da                 istemiyordu.Anlaşılmaz bir insan, iri ve boş gözleriiki yanar kor gibiydi soluk yüzünde. Bu gözler yakabilirdi kadını.Saçlanndaki tokaları bile eritebilir,  erimiş teller saçlarının arasından gözlerine akabilirdi. Her zaman hüzünlü bir görünüşü vardı onun - belki detüketemediği gücündendi bu hüzün - baharın o genişmelankolisi gibi  bir hüzün.  Bildiğimiz kadar,hiç parçalanmamıştı daha önce. Bir kapıyı açar gibio koca sandığı usulca açıp sapsağlam çıkardı ay ışığına,ve iyice belirirdi ellerindeki damarlar,kırımzı, kıpkırmızı - garip bir görünüş ayışığında,soluk Hıristiyan derisinin altında.

Biliyor musunuz, bazan ancak parçalanmaldasapsağlam lıalabileceğimize inanıyorum - bunun                 bilincindeysek elbet.Hem nasıl bilincinde olmayız, bizi parçalayan ve yenidenyadsıdığınıız şeylerle bir araya getiren de kendi bilgimiz                 olduğuna göre.Bayağı sevimli bir yer, şu  sözünü ettiğim üst sokak -dünyanın en olmadık dükkânlanyla: eskiciler, kömürcüler,                 bakkallar,eski taşbasması resimleri, bir tuzağı andıran koca                 koltuklanyla berberler,aynalarından kesilmiş koyunlarla sığırların kanlı alayı                 yansıyan kasap dükkânları;balık kokularıyla meyve kokularının birbirine karıştığı                 manavlar ve balıkçılar -kapı önlerinde kuşkulu, suskun bir gürültü,marangoz dükkânının önüne dayalı saç levhalarınya da rendelenmiş büyük sarı tahtaların yansıttığıdonuk bir parıltı. Sokağa gelişigüzel yığdıklarıyağmurlukları, kümes hayvanlarını, mandalları, şişeleri,tarakları, boş bisküvi kutularını, kokulu sabunları,açık artırmaya getirip sonra bir kenara attıkları obatık gemilerden sökülmüş kamara parçalarını,çeşitli ülkelerden alınmış gümrüksüz allı pullu ipek                 kumaşları,Japon çay takımlarını, masa örtülerini, içlerindegörülmemiş bir gül ve geceleyin bir ölünün parmaklarından                 çalınmışsarı siyah iki kıymetli taşa benzeyen donuk gözleriylesokaktan gelip geçenlere bakan yaldızlı kuşlarıylayarım kalmış bir kiliseyi andıran garip oyuk kafesleri                 satıyorlar.

Yalnayak çocuklar sokağın ortasında zar atıyorlar,basık tavanlı, açık pencereli odalarda denizcilerle yatıyor                 kadınlar, güneşte yanmış satıcılar yan yana bir duvarın dibine                 işiyorlar; zaman zaman, kana bulanmış bıçaklar gibi parlıyor                 sepetlerde balıklar, ve bazan, yolunu şaşırmış bir an, havada vızıldayarakbir çocuğun parçalanmış oyuncağının zembereği gibisarı halkalar çiziyor hızla uçarken.Yavaşça bir toz bulutu yükseliyor alacakaranlıktayüzlerin                 arasında,kiraz renkli gizi gibi soluklarm, terin, çıkarların                 ve cinayetlerin,üstünkörü bastırılmış tükenmez bir açlığın çok derindeki                 gizisonsuz bir gidiş geliş, sonsuz bir pazarlık, sonsuz bir                 harcamaticareti, hırsları, açıkgözleri ve elbette hayatı desteklemek                 için,o kertede ki, bazan genç güzel bir kız görürsün, temiz,                 çiçekli giysisiylekurum içindeki sokakta,, fıstıkçının küçük arabasıyla                 çuvalların yanında durmuş,tepeden tırnağa denizin aydınlığındabembeyaz dişleriyle vapurun düdüğüne gülümsüyor.Çürümüş limon kabukları küçük güneşler gibi parlıyor                 çevresinde;alçak bir pencerenin hafifçe yana çekilmiş kıvrık kreton                 perdesi,çok sevdiğiniz bir kitabın bir gün yeniden okumak için                 büktüğünüz sayfası gibi.Demek ki aşağılanma yok hayatın sürüp gittiği,köpeklerin çekingen hareketlerle çöpleri kokladığıve genç kızların başlannda taşıdıkları bir testi sessiz suyudüşürmemek için gür saçlarının döküldüğü çizgisiz                 alınlarınıdimdik tutabildikleri yerde. Pek çok genç kız gördümöyle yürüyen, evet, hem de o sokaktave esmer tenli, göğüsleri kıllı, kalın dudaklı delikanlılar,(dertli insanlann olduğu gibi) her zaman kızgın,istedikleri kadar bayağılaşamadıkları içindurmadan seslerini yükselterek küfreden. Dikkat edersen,sen de görebilirsin. Sesleri, gece saatlerindedizlerinde kıvrılıp miskin miskin mırıldanangeminin kara kedisini okşayan iri avuçlar gibidir,ve ne o eller görünür, ne de kedi, görünen sadece kedinin fosforlu gözleridir, çiçekli bir adaya yanaşanbir geminin kıyıyı tarayan iki yan projektörü gibi.O sokakta biraz daha yukan, Aya Vasili tepesine doğru                 yürürsen,aşağıda tümüyle uzanan limanı görürsün,mazot ve yağ lekelerinin parladığını .uçsuz bucaksız denizin kıyısındaki karanlık sularda,ışıyan, kusursuz diyebileceğin o lekeleri,köpek leşleri,  çürümüş patatesler, saman çöpleri, çam                 kozalakları ve kayıklar arasındakayıtsız bir dinginliğin aydınlık adacıkları gibi yüzen.İşte çekinmeden bakabilirsin bu penceredenya da sokağa çıkabilirsin. Sessiz bir kutsama havası vardırinsanların davranışlarında. Menekşe renkli bir gölge kalırsevişmekten yorulmuş bir kadının sol omuzunda,öbür yanına dönüp yalnız uykusuna dalan. Bitişiktekiavluya asılmış, açık saçık düşlerin izlerini taşıyankalın donları, parktaki kanepelerin altına atılmışburuşuk kaputları ya da kadınların korselerinden kopupküçük sedefli çiçekler gibi otların üzerine düşmüşdüğmeleri görürsün; artık ne kokuları, ne tozları,                 ne tohumlarıartık.verebileceklerî hiçbir şeyleri kalmadığı için biraz üzgün duran o çiçekleri. Bir ara ben de düşündüm sokağa çıkıpbu pencereyle o koca sandığı satmayı. sırf onların bakımından kurtulmak için,şu alışveriş işine ben de karışayım,yabancı bir dilde konuşan sesimi duyabileyim diye,Ama hemen anladım satacak bir şeyim olmadığını. Başka                 bir nedeni vardı bunun:camlan olmasa bile gene de bu pencereden bakıp                 duracağımınyeni bir kanıtını arıyordum.Hiç başanlı olamamışımdır iş konusunda. Sonrane para edecek bir şeyim var, ne de para verebileceğimbir şey. Bu eski fotoğrafların bile bir değeri yokbaşkaları için, çerçeveleri som altın olsa bile.Ama. benim için gerekli şeyler onlar.Hem ölmüş de değildir bu fotoğraflar - hayır. Akşam                 indiğindeve kahvenin dışındaki sandalyeler sıcaklıklarını yitirmedenve herkes (ben bile) bir başkasına sığınmaya çalışırken,fotoğraflar da alçak, ahşap bir merdivenden iner gibi,çerçevelerinden iner, mutfağa girer, lambayı yakar,sofrayı kararlar (tabağa çarpan bir çatalıntanıdık sesini duyarsınız), üç-beş kitabımı,hatta (eski yeni) düşüncelerimi görüntülerle karşılaştırıpçekingen tartışmalar, bazan da çok eski, yaşanmış kanıtlarla düzene sokarlar.İşte bu yüzden kendimi borçlu hisseder, ayrılamam bu                 pencereden,Ne görmemi engeller bu pencere, ne de var olmamı -                 tam tersine. -Duvarla cam arasına sıkışma- konusunda söylediklerime                 gelince,bir ilkbahar abartmasıydı o, her yerden fışkırangür yeşilliklerin bir abartması. Oysa işe yarayan,dört köşe bir dinginlik, bir saydamlıktır bu pencere.

Duvarlar bulutlandığı zaman akşam saatlerinde, pencerepatlar durur, sanki kendiliğinden; korur ve yayarbatan güneşin son yansımasını,gölgelenen sokağa yansıtır bu parıltıyı,yüzlerini aydınlatır gelip geçenlerin, onlarıen içten anlarında suçüstü yakalamış gibi, bisiklet                 telcerleklerini,bir kadının gerdanında sallanan altın zinciri  ya da limanda demirli bir geminintanıdık olmayan adım aydınlatır. Kışın, dizlerini çarpar bu camlara rüzgârve öfkeyle uzaklaştığını görürüm geniş sırtını dönerek.Bazan da buradan, bu akşam olduğu gibi, bahar                 akşamlarında,bir gemiden öbürüne seslenen denizcilerin konuşmalarını                 duyarım,sanki yıldızların arasındaki ilişkileri açıklıyotlardır bana;geıııilerin yanlarındalki o anlaşılmaz sayıları açıklıyorlardır.Birden, denize fırlatılan bir demirin sesini duyarımyalnızca bana sunulan bir şeymiş gibi,bana bunu gösterme yetkisi veren bir şeymiş gibi. Öyleyse yakınacak neyim olabilir bu pencereyle ilgili?İstersen yarıya kadar açar, dışarı hiç bakımdanve görünmeden izleyebilirsin sokaktaki gerçek sahneleri,o büyük uzaklığın yumuşak aydınlığıylaboşlukta daha derin, daha sürekli;bütün bunlar  gözünün önünde, sadece birkaç adım ötede                 yaşanıyor olsa bile,Sonra da, istersen, pencereyi iyice açıp kendini                 seyredebilirsin camda,çok uzak, tılsımlı bir aynaya bakar gibi, ve tarayabilirsin                 seyrelen saçlarnı, ya da gülümseyişini düzeltebilirsin. Her şey daha açık,daha sessiz, daha durgun, bu yüzden devazgeçilmez ve zaman dışı görünür bu camlarda.                                                             Balıkçı aynasıylahiç bakmışlığın var mı denize? Üstteki çırpıntının altındaeşsiz bir görünüşü vardır derinliklerin, o kımıltısızlığı,saydam düzeni, hem dingin hem de her an kırılabilirdilsiz kutsallığı içinde - konuştuğumuz gibi. Amasoluğun kesilir nedense uzun süre böyle kalırsan;bu yüzden başını 'kaldırırsın havaya,ya da bu pencereyi açarsın (bu kez, artık bile bile), ya da                 kapıdan dışarı çıkarsın.Ve artık hayatını ve gözlerini eğecek hiçbir şey kalmamıştır,ve artık övünçle gösterip türküsünü söyleyemeyeceğin                 hiçbir şey kalmamıştır, ve artık yüzünü güneşe çeviremeyeceğin hiçbir şey                 kalmamıştır.

(Pencereyi kapayıp sokağa çıktılar. Gemilerin ışıkları yanmıştı. İki arkadaş iskelenin ucuna gittiler. Durup denize baktılar ve sığ sularda bir balığın aralıklı sıçrayışını duydular ve anlaşılmaz bir nedenle el ele tutuştular. Sonra sessizce kangal gibi kıvrılmış ıslak halatların üzerine oturdular, birer cıgara yakarak kibritin alevinde birbirlerine baktılar. Garip, nerdeyse yersiz bir mutluluk içindeydiler baharda deniz kokusuna, kızarmış balık, kıvırcık salata ve sirke kokusu karıştığı zaman hayatın o açıklanması güç mutluluğu içinde; Biraz sonra yandaki nıeyhaneye' gideceklerdi. Karınları acıkmıştı bile. Gramofondan gelen ses bu açlığı daha da artırıyordu. Liman nöbetçileri uygun adım yanlarından geçtiler, yazlık üniformaları akşam karanlığında bembeyaz görünüyordu. İki arkadaş halatların üzerinden kalktılar, gidecekleri yere doğru yürüdüler.)

Pire, Nisan 1959

3 Ekim 2015 Cumartesi

Dönenen Bir, B.Karasu

DÖNENEN BİR

Yalnızlık vardı erkeklerin içinde. Dumanın ardından “Kadınlar yalnız değil. Kadınlar yalnız olamaz. İçtiğinde bile,” dedim. Duman parçalandı. Yalnızlık vardı erkeklerin içinde. Kadın, dumanların arasından sıyrılıyor, süzülüyordu. Işıklar karadı sonra. Ayrılacağız nasıl olsa buluşmak boş.Kadın, dumanları, akışıklıklarıyla yırtan kuşlara dikmişti gözlerini. Kuşlar ortada dönüyordu. Sonra bir kadının kolları karanlığın içinden geçti, onlara katıldı, kuşlar bu kollara uydu. Kuşlar yalnız değildi. Kadının kollarında yaşıyorlardı hep birlikte. Yalnız olan erkeklerdi. Kadın yanlarındaydı, yalnız olamazdı. Yarın ayrılacak olan o değil benim.İspanyollar dönüyordu ortada. Kabına sığmayan kıvranışlar içindeler kurtulmak istemiş gibi kutulmanın boş olduğunu akıllarına bile getirmeden.Erkekler kuşlardan daha kuş, ayaklarının yerden kesileceği anı bekliyorlardı. Kadınlarsa yayılıyor yerde dağılıyorlar dönmeler içinde.Topunun topukları sağır ediciydi. Erkekler başlarını gene önlerine eğdiler. İkimizin de üzerinde ayrılık asılı ispanyollar dönedursun neden onlara bakmaktan içmekten gözümüzü örtünün ak üstüne ak nakışlarına dikmekten daha iyi bir şey yapamıyoruz. İspanyollar yay büklümleri içinde toprağa bütün ağırlıklarıyla bastılar. Uçmaktan bu gecelik de vazgeçtiler. Erkekler kadını unutmuştu bir ara. Birden hatırladılar. Ağır ağır içiyordu. Herhangi bir gece onun için içer de bakar da. Bakıyordu, ortaya gelen Barlini’ye. Baktık. On parmağında sekiz çubuk, çubukları dengede tutuyor, tabaklara isteğince can veriyordu. Tabaklar, çubuklar, makaralar, sepetler, şapkalar, havaya uçtu, döndü, fırıldadı, kondu; eline, alnına, burnuna, kıçına. Herkes ona bakıyordu. O, tabaklarına dikmişti gözünü. Onlara karşı; yalnızlığın örten dalgası içinde. Işık çevresinde dalgalanırken bile. “Çocukluğunda anasından dayak yemiştir,” dedim. “Okula gitmemiştir bu işleri kavramağa çalıştığı günlerde. Anasını ağlatmıştır belki. Dövünmüştür arkasından kadın, oğlum serseri oldu diye.” Duman çekilmiyordu sözlerimin üstünden. Sustum o zaman. Üçümüz de içiyoruz boş lakırdılara gülmekten kaçınmak olsa gerek.Güldü karşımda, ağzının yalnız bir köşesiyle. Konuşmamak en iyisi. Yalnızlığı oyalamak yakışık kalmaz ama yarını düşünmeli yüz adım ötede bir yerde ayrılacağız yarın yarın da değil bugün onsekiz saat sonra yatıp uyumak bu on sekiz saati böler de uzatır da.İrkildik. İşte bundan fazlasını hiçbir zaman göremeyeceğim üçü de zenci kırması böyle bebopu anlarım bir gövde bundan fazlasını yapamaz uçuyor bunlar kadın bodur erkekler sırım gibi konmadan uçuyorlar uçtular.Kadın doygun bir küskünlük içindeydi. Adamlar gene üzünç çalıyorlardı çalgılarında. Ortada dönenler vardı. Biz yalnızız bu kedi de kucağıma çıktı sapsarı tüyleri dökülüyor bahar geldi mırıltısından boğulacak bu yabancı yerde bile yalnız değil kucağımda.Trenler artık uzaktan değil yakından ötüyordu. Çanın sesi duvarın arkasında. Paralar alındı paralar verildi. Otomobil karanlıktı. Aaçık pencerelerinden baharla birlikte ölümü görüyorum bu ölüm aylarında bu yıl da öleceğiz yarını o düşünmüyor sarhoş belki ben de çok içtim önce evde içtik sonra orada yarını ben düşünüyorum.Öleceğimizi bilmeliydik. Bileti üç saat önce aldım. Durmadan ölümler içinde ufalanır dururdum, öyle kaldım. Her ölümden sonra daha yoksul, her ölümü daha doğumunda hazırlayarak, sürükleme içinde, sürüklendiğimi bile bile, ölümü en kısa gönenç içinde bile beklemek. Dost, ölümdedir. Bileti birkaç saat önce aldım. Ama dünden beri, aldığımı söylüyordum. Ölüm gerek bana. Varsınlar evlensinler. Ölümü ararım ben. Ayrılık öncesi aksar her zaman. Boş boş bakılır dolu gözlerin içine. Sırıtılır, el sıkışılır, sigara içilir. Üst üste. Aynı şeyi yapar dururuz, aynı hareketi, aynıyı yenilemektir elimizden gelen. İki saat önce yabancılar karıştı aramıza, tren kalkıncaya değin ayrılmadılar. Onlar ayrılmadı, onlar kaldı ben gittim. Yabancıların yanında büsbütün yabancılaştık. Sırıtıldı, el sıkışıldı, sigara içildi. Tiksindim. Ayrılmadık, ayrıldılar. Hepsi sevinç içindeydi. Kimse kimseyi kıskanmıyordu. Ben kıskandım. Bahar havasında vagonların penceresi açılır. İçeriye ölüm esiyor. Yenisi, yenilecek olanı. Baharın mavisinde ölmeliyim. 1954 (Troya'da Ölüm Vardı)

1 Ekim 2015 Perşembe

Alışkanlıklar da değişir, Y.Ritsos

ALIŞKANLIKLAR DA DEĞİŞİRKapının dışında birtakım adlar okuyorlardı listeden.Adını duyan hemen hazırlanıyordu -yırtık bir bavul, bir çıkın - kendilerine gerekmeyen               ne varsa, bırakıyorlardı.Yavaş yavaş boşalıyor, daralıyordu bulundukları yer.Kalanlar birbirlerine sokuldular. Unutulmuş bir çalar saati,belli bir sessizlik ve tören havası içinde,koğuşun üst köşelerinden birine koydular. Ondan sonra,her akşam, sırayla biri kurdu saati ve sessizce bekledilerertesi sabah altı on beşte saatin çalmasını, dışarı çıkıp                yüzlerini yıkamak için. Bir güngece yarısında çaldı saat. Kalktılar, yıkandılar (ay vardı),sonra çevresine oturup saatin birer cıgara yaktılar.